29 Aralık 2013 Pazar


NOVİ SAD - PETROVARDİN

Belgrad’da yoğun geçen ilk günüm ardından gezimin son tam gününü (12 Ekim 2013 Cumartesi), yeni bir yer görmek tutkusuyla, iki saat mesafedeki Novi Sad’da geçirmeye karar verdim. Sabah 08:25’deki treni hedefleyerek önce otelin karşısındaki fırından kıymalı sıcak bir börek ve yoğurt eşliğinde hızlı bir kahvaltı yaptım, ardından da istasyona biletimi almaya gittim. Uzun kuyruğu tahmin etmediğim için en yakın tren olan saat 08:25 treninin kalkmasına 5 dakika kala alabildiğim gidiş-dönüş bileti için 460 RSD (Sırp Dinarı, yaklaşık 12 TL) ödedim. Bu arada belirtmeliyim ki tren bileti aldığınızda o gün içinde istediğiniz saatler arasında kullanabiliyorsunuz, belli bir saati yok. Gezi bloglarında bulabildiğim bir iki yazı dışında yeterli bilgi sahibi toplayamadığım ikinci keşif gezim olan Sırbistan’ın üçüncü büyük şehri ve Voyvodina bölgesinin başkenti olan 300 yıllık Novi Sad gezim işte böyle başlamış oldu.
Yaklaşık iki saatlik yolculuk ardından güneşli ama serin bir ekim sabahı saat 10:30 gibi Novi Sad Tren İstasyonu’nda indim.

                                                                  Novi Sad İstasyonu

Belgrad Tren İstasyonuna göre daha sade olan bu istasyonda tüm yazıların Sırpça olmasından dolayı trenlerin dönüş saatlerini anlamakta zorlandım. Ancak çat pat İngilizce konuşabilen bir gençten alabildiğim bilgiyi başka bir gençten teyit ettirerek kendimi istasyon dışına attım. İstasyon kapısından çıkınca karşıma geniş bir meydan ve onu paralel ve dikine kesen üç geniş yol çıktı. Tam anlamıyla bir “köyden indim şehre” durumu. Hemen büfeden detaylı bir Novi Sad şehir haritası alıp öncelikle nerede olduğumu anlayıp ona göre istikametimi planlamaya karar verdim. Kocaman haritayı keyifli şekilde incelemek için meydanın diğer tarafındaki bir cafeye yöneldim, tabi ki yine börek ama bu sefer yanında çay ile (4 TL).
Haritayı incelerken fark ettim ki, şehrin içinden TUNA nehri geçiyor. Tuna nehrinin bir tarafı Petrovardin, istasyonun olduğu taraf ise Novi Sad. İstikametimi belirlemek üzere harita üzerindeki müze, meydan, kilise, sinagog gibi turistik yerlerin yoğunlaştığı merkeze odaklanarak istikametimi Petrovardin Kalesi olarak belirledim. Bu arada belirtmeliyim ki harita üzerindeki yeşil alanların çokluğu dikkatimi çekti.
Gezime tren istasyonunun önündeki Oslobodenja Bulvarı’ndan devam ederek başladım. Geniş bulvarın iki yanındaki, sosyalizm döneminde yapılmış olan eski ve bakımsız gözüken yüksek toplu konut binaları estetik adına son derece sevimsizdi.


 
Merkeze yaklaştıkça bakımlı hale gelen binaların önünde bulunan sokak kafeleri, buralarda yaşayan şehrin sakinleri için keyifli buluşma ortamları.
 

Elimdeki haritaya göre bulvar üzerindeki üçüncü ışıklara yaklaşırken sağ tarafta Sultan Baklava’ya rastladım. Hem cumartesi hem de sabah nedeniyle olsa gerek içeride hareket yoktu

Işıklardan sola saparak ulaştığım Jevraska (Jewish-Yahudi) Caddesi ise tarihi ve iki-üç katlı binaları barındırıyor. Tarihi merkeze yaklaştığımı bu caddedeki büyük sinagog binasından anladım. Sinagog’un heybeti eskiden burada yaşayan Yahudi nüfusu hakkında bir fikir veriyor insana. İçeri girmek istememe rağmen kapılarının kapılı olması nedeniyle giremedim ama Avrupa’da daha önce bu kadar büyük bir sinagog gördüğümü hatırlamadım.


Sinagog’un arka bahçesindeki kapıdan çıkarak takip ettiğim ara sokaklar, beni sanki Viyana’ya çıkardı. İsminin “Vojvodanskih Brigada” olduğunu öğrendiğim sokaktaki binalar Habsburg döneminin zenginlerinin yaptırdığı estetiği yüksek konutların bulunduğu bir sokak.
 
 
Bu sokağın hemen yanı başındaki geniş Mihajla Pupina Bulvarı ise (Bulevar Mihajla Pupina) oldukça geniş. Bazı kamu binalarının da olduğu bu geniş bulvar boyunca daha bakımlı apartmanlar ve keyifli kafeler var.



 


Bu bulvar boyunca yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüş ardından Tuna nehri üzerindeki Varadinski Köprüsü’ne vardığımda Novi Sad’ın sona erdiğini gösteren levhayı gördüm. Tuna nehri Novi Sad ve Petrovardin’i ayıran doğal bir sınır.

 
 
Köprü üzerinden görülen manzara müthişti. Doğu Avrupa’nın birçok ülkesinden geçip Karadeniz’e açılan muhteşem Tuna nehri yeşillikler içinden kıvrılıp bütün karizmasıyla ayaklarımın altından akıp giderken karşımda, Novi Sad’a tepeden bakan heybetli Petrovardin Kalesi önümde duruyordu.
 
 
Bu tepeye ilk olarak Romalılar bir kale kurmuşlar, ardından Macarlar ve takiben Osmanlılar hakim olmuşlar. Osmanlıların 18 yy sonunda buralardan kesin olarak ayrılması üzerine Avusturyalılar ele geçirmiş ve hemen köprünün karşı tarafına bir garnizon kurmuşlar. Buraya tacirler ve köylüler de yerleşmeye başlayınca, ticaretin de gelişmesiyle, günümüz Novi Sad şehrinin ilk temelleri atılmış. Neyse biz gelelim tekrar Petrovardin Kalesi’ne. Belgrad yazımı okuyanlar hatırlayacaktır, Belgrad Kalesi içinde türbesi bulunan Damat Ali Paşa işte bu kalenin fethi için girişilen savaşta 1716 yılında şehit olmuş. Bu kaleye çıkabilmek için köprüyü geçtikten sonra, eski ama sevimli tarihi evlerin arasından geçerek, yeşillikler içinde 15 dakikalık bir yürüyüş ardından kaleye vardım.
 

 
Dış kale surlarından içeri ilerlerken gördüğüm manzara tek kelimeyle harikaydı. Son derece iyi korunmuş, temiz, sessiz ve yeşillikler içinde tarihi bir yapı. Sevgilisini kapan Sırp gençler muhteşem Tuna manzarasına karşı keyif yapıyorlardı. Terden sırılsıklam olmuş bir vaziyette önce kalenin tarihi saat kulesine ulaşıp, kalabalık gençler ve turist grupları arasında uygun bir pozisyon kovalayarak harika manzaranın fotoğraflarını çektim, ardından da şehrin en keyifli manzarasına sahip restaurant-cafelerinden (Kale resturant olsa gerek:-)) birine attım kapağı.
 
 

Saç sakal karışmış ve terden sırılsıklam olmuş biçimde boynumda asılı fotoğraf makinesi, elimde kamera, sırtımda çanta ile gören genç garson kibarca, rezerve olmayan arka taraflardan ama halen manzarası olan bir masayı işaret ederek “nereli olduğumu” sordu. Her zaman olduğu gibi soranın tahmin yapmasını istediğimde direkt “Türk müsün?” diye sorunca Belgrad’dan sonra ikinci sürprizi yaşadım, tam isabet. Nasıl anladığını sorduğumda “saç sakal karışık Türk veya Yunanlı’ya benziyorsun, ama hem daha irisin hem de yunanlıların burunları daha eğri” şeklinde bir yanıt verdi!!! İsminin Janko olduğunu öğrendiğim garsona soda ve buraların favori içeceği machiato ısmarlayarak notlarımı derlemeye başladım (6,5 TL).
Novi Sad, Tuna’nın 1.255. km’sinde kurulmuş. Novi Sad garnizon olarak kurulduğunda ilk ismi Racko Selo (’Sırp Köyü) imiş. Sonradan Petrovaradinski Sanac (Petrovaradin Garnizonu) demişler. 18 yy’ın başlarında, savaş bittiğinde  büyüyen ve zenginleşen şehrin ahalisi özgürlük talebiyle “Özgür Kraliyet Şehri” statüsünü almak için girişimlerde bulunmuş. 80,000 Forint karşılığında İmparotoriçe Maria Theresa’dan bu statüyü almışlar ve şehrin ismi de Sırpça olarak NOVI SAD olarak konulmuş, tarih 1 Şubat 1748. Yakın tarihimizde Nato’nun Yugoslavya’ya yaptığı hava bombardımanına hedef olan stratejik şehirlerden birisi, Tuna üzerindeki 3 köprü yerle bir edilmiş. Petrovardin ise “Tuna’nın Cebelitarık”ı olarak anılıyormuş. Kale içindeki saat kulesi Novi Sad’ın simgesi. Eskiden, saat kulesini gören evlerden saat vergisi alırlarmış.


Yarım saatlik dinlenme ardından rotamı önce kale içindeki müzeye, ardından tekrar Novi Sad’a çevirmeye karar verdim.
Müzeye 100 RSD (2,5 TL) karşılığında girdim. Ufak bir yer ve belli kesimleri tadilat nedeniyle kapalıydı. Açık olan ikinci katta, sosyal yaşamı konu alan 17,18 ve 19. yy Novi Sad evleri hakkında sergi vardı.
 
 
Çıkışta muhabbet ettiğim görevliye Osmanlı tarihi hakkında soru sordukça ve karşılıklı paylaşımda bulundukça ilgisini çekmiş olacağım ki bana yarım saat sonra başlayacak olan ve bazı misafirleri özel olarak gezdireceği “Petrovardin Kalesi’nin altındaki gizli geçitlerde yaptıracağı tura” davet etti. Şehrin diğer kısmını henüz görmediğim ve ne kadar süreceğini kestiremediğim için bu nazik teklifi reddettim ve daha sonra pişman oldum.

İstikamet tekrar Novi Sad. Bu sefer Varadinski Köprüsü’nü geçince ilk sağdan ilerleyerek önce Dunavska sokağını takip ediyorum. Dunavska Parkı’nın yeşillikleri içinde ilerlerken kütüphane, çağdaş sanat müzesine denk geliyorum. Isıtan pazar güneşini gören çoluğunu çocuğunu almış dışarı çıkmış. Yaş ortalamasının çok genç oluşu dikkatimi çekti. Dunavska’dan sonra karşıma çıkan her sokak cafelerle dolu ve çoğu trafiğe kapalı.
 



Bouquet Wine House’da soluklanıp gelip geçenleri seyrettim, insanlar çok renkli. Yarın sabah uçağım olmasa burada bir Cumartesi gecesi yaşamak isterdim.

 
Az ileride Trg Republike yani Cumhuriyet Meydanı. Novi Sad’ın sosyal ve kültür merkezi sayılıyormuş. Kalabalıklar cafelerde aileleri ve sevgilileriyle güneşin tadını çıkarıyorlardı. Bir yılbaşına burada girmek güzel olur.




Zmaj Jovina Caddesi: Trafiğe kapalı yürüyüş ve alışveriş yolu. İstanbul’un çeşitliliği olmasa da belli markalar var. Sokak şarkıcıları performansların tadını cafedekiler çıkarıyordu. Dondurmacılar, mısırcılar, baloncular çocuklar için keyif noktaları.




 
Saat 15:00’e geldiğinde elimdeki haritaya bakarak Novi Sad için bu kadar keşfin yeterli olduğuna karar verdim. Akşam 17:30 treni için Belgrad’a dönüş planı yapmıştım ama erken treni yakalarsam son gece Belgrad’ın göremediğim Novi Belgrad tarafına zaman ayırmak istediğime karar verdim. Bu nedenle istikameti istasyona çevirdim. Vardığımda gördüm ki ilk tren 15:30’da kalkmış ve bir sonraki tren 17:30’da. Vakit kaybetmemek adına tren istasyonunun yanındaki otogara giderek bilet fiyatı ve saatini öğrendim. 10 dk sonra kalkacak trenin 705 RSD (18 TL) olduğunu öğrenince tren dönüş biletini yakarak atladım otobüse.
 
 

Tren yolculuğundan daha keyifli olan otobüs yolculuğu sırasında mimari açıdan çok estetik köyler ve kasabalar gördüm. Karşılaştığım insan tipleri de ayrı bir analiz konusu. Genç erkeklerin saçları kısa ve genellikle traşlılar, uzun veya fit olduklarını söylememe gerek yok. Bayanlar ise Allah vergisi bir fizik ve bakımlı yüzler ile aynı bizim memleketin hanımları J Ancak ellerindeki cep telefonları konusunda oldukça bizimkilerin gerisindeler. Otobüste tanıştığım gençlerin basket maçı seyretmeye Belgrad’a gittiklerini öğrenince peşlerine takılmayı düşündüm ama düşününce bu seçimini bir sonraki ziyaretime bırakmanın iyi olacağına karar verdim. Bir dahaki sefere geldiğimde, şehirler arasını araba kiralayarak gezmeyi planlıyorum, tabi Sırpça veya İngilizce bilen birisinin eşliğinde.

Uzun lafın kısası iyi ki görmüşüm Novi Sad’ı. Belgrad’a yolunuz düşerse uğrayın derim.

 

1 yorum:

  1. Arda harika bir yazı olmuş. Sen oralara daha önce de gitmiştin diye hatırlıyorum yanılıyor muyum? Bir daha da madem gidicen haber ver sana takılmak isterim 20 sene önce devalüasyon mağduru olarak yapamadığımız Paris turunun acısını çıkarırız.

    YanıtlaSil