3 Kasım 2012 Cumartesi


İSRAİL

Pegasus Havayolları’nın 69 €’luk kampanyasını ilk gördüğümde, 2007 yılında gerçekleştirdiğim ilk ziyareti düşündüm. O zaman üç gün olarak gerçekleştirdiğim gezide Kudüs’ü günübirlik görebilmiş ve manevi değeri yüksek olan bu kutsal şehirde bir gece geçiremeyip gizemli havasını tadamadığım için üzülmüştüm. Beş yıl sonra hayalimi gerçekleştirmek için güzel bir fırsat karşıma çıkmıştı. Bu fırsatı değerlendirebilmek için önümdeki tek engel ziyaretimiz ile ilgili eşimin ve tur arkadaşlarımızın kafasındaki güvenlik endişesi idi. Güzergah seçimi ve planlama konusundaki tecrübeme olan inançları sayesinde bu engeli de kolayca atlatıp önce biletlerimizi, sonra da vizemizi aldık. Hemen belirteyim ki İsrail vizesi almak biz T.C. vatandaşları için çok kolay, hem de ücretsiz. Karşılıklılık ilkesi gereği iki ülke, birbirlerine bu anlamda kolaylık gösteriyorlar. İşte size “gidilmez, ne işin var” denilen keyifli İsrail gezimiz.

Gezi Planlama:
19.09 Çarşamba 21:35 seferi ile İst-Tel Aviv uçuşu,
Varışı takiben taksi ile Kudüs, (Gündüzleri çok makul fiyata minibüsler var ama gece yarısı başka seçenek yok. İnternetten bulduğum taksi fiyatları 130 € civarında. Otelden ayarladığım taksi 90 USD tuttu)
20.09 Perşembe Kudüs ve Betlahem (Beytüllahim)
21.09 Cuma – Ölü Deniz ve Masada, öğleden sonra taksi ile Tel Aviv’e yolculuk ve yarım gün Tel Aviv
22.09 Cumartesi Tel Aviv ve Yafa
23.09 Pazar sabahı 04:20 uçağı ile İstanbul’a dönüş.

19.09 Çarşamba (İstanbul - Tel Aviv uçuşu ve Kudüs’e varış)
Pegasus Havayollarının 21:35’de kalkan uçağı 23:15’de tekerlerini Tel Aviv Ben Gurion Havalimanı pistine değdirdi. Uçağımızın pistte yaptığı 15 dakikalık taksi ardından uçaktan 23:30 gibi indik. Havalimanının iç mimarisi Kudüs’teki Kutsal Tapınak’ı andırıyor. Pasaport kontrolünden geçerken, görevli genç askerin önce babamın adını, ardından da dedemin adını sorması ve arkasından ekrana bakarak onaylarcasına kafasını sallaması beni afallattı. Dedemin ismini daha önce ne bizim ülkede ne de ziyaret etiğim diğer ülkelerde sormamışlardı. Kontroller, bavulumuzu almamız ve paraları Yeni İsrail Şekeli’ne (NIS) çevirmemiz ardından saat 00:10’da bizi bekleyen taksiye bindik. Filistinli genç taksi şöförü, trafik kontrolünün olmadığı bu saatte İstanbul’u aratmayacak bir hız ve yüksek tempolü tekno müzik eşliğinde, bizi 35 dakikada Kudüs’teki otelimizin kapısına bıraktı. Eski şehrin surlarına yürüyerek 10 dk mesafede olan otelimizin balkonundan Zeytindağı görülebiliyordu. Gecenin karanlığında balkondan seyrettiğim Kudüs’te gözüme çarpan ilk yapı bir kilise ve tepesindeki haç oldu. Karartısını gördüğüm Zeytindağı’na bakarken Falih Rıfkı’nın Zeytindağı kitabında anlattıklarını hatırladım. İnsanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından bazılarının yaşandığı, dibine kadar tarih kokan Kudüs’ün havasını ciğerlerime çekmek çok heyecan vericiydi. Yorgunluğun ağırlığıyla saat 02:00’ye doğru zihnimdeki hikayelerle, açık bıraktığım balkon lambasının ışığının aydınlattığı duvarda asılı eski Yafa fotoğrafına bakarak sızdım.
20.09 Perşembe (Kudüs-Eski Şehir)
Keyifli ve bol karbonhidratlı kahvaltı ardından saat 08:30’da Kudüs’ü gündüz gözüyle keşfe çıktık. İlk rotamız surlarla çevrili Eski Şehir idi. İki bin yıllık geçmişi olan tarihi kalıntıların üzerindeki surlar bugünkü haline, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 16. yy’da getirilmiş Surlarda şehre giriş için sekiz tarihi kapı ve her kapının bir hikayesi var. Biz eski şehre Hıristiyan ve Müslüman mahalleleri arasında sınır olan ve 1538’de Kanuni tarafından yaptırılan Şam (Damascus) Kapısı’ndan girdik. Hemen belirtmeliyim ki Eski Şehir dört ana kesime ayrılmış; Müslüman, Hıristiyan, Ermeni ve Yahudi mahalleleri. Şam Kapısı’ndan girince Müslüman mahallesinde yer alan Çile Yolu’nun (Via Dolorosa) başlangıcına doğru ilerledik. Hz İsa’nın yargılandığı, kendisine verilen çarmıhla düşe kalka Golgota Tepesi’ne doğru ilerlediği Çile Yolu’nun hikayesi için Mel Gibson’un yönettiği “Çile” filmini seyretmenizi öneririm. Bu yol üzerinde gerçekleştiği söylenen 14 olayın her biri için (yargılandığı, çarmıhı teslim aldığı, düştüğü, annesi Meryem’in yardım ettiği, tekrar düşüp Simon’dan destek gördüğü gibi) olayın gerçekleştiği yerde bir kilise yapılmış.




Bu yolun sonunda Hz İsa’nın çarmıha gerildiği ve ardından gömüldüğü iddia edilen Golgota Tepesi’nin üzerine inşa edilen Kutsal Kabir Kilisesi’ne (Holy Sepulchre) vardık. “İddia edildiği” diyorum çünkü Milan Bildirisi ile önce MS 318’de Batı Roma İmparatorluğun sınırlarında, sonra da MS 323’de Doğu Roma İmparatorluğu’nda, Hıristiyanlara ibadet özgürlüğü hakkı tanıyan İmparator Konstantin, annesi Helena’yı, MS 326 yılında gerçek haçı bulması için, Kudüs’e göndermiş. Helena da, kendisine anlatılanlar ışığında, hem tarihi olayların geçtiğine inanılan yerleri hem de gerçek olduğuna inanılan haçı bularak buraların resmi olarak kutsallaştırılmasını sağlamış. Ancak belirtmeliyim ki Kudüs’teki kutsal mekanların her biri, her Hıristiyan mezhebi tarafından aynı derecede kutsal sayılmıyormuş.



Kutsal Kabir Kilisesi, Hz İsa’nın çarmıha gerildiğine inanılan Golgotha Tepesi üzerine yapılmış ve Hz İsa’nın gömütünün de olduğu iddia edilen Hıristiyanlık aleminin en kutsal mekanı. Kudüs Rum Ortodoks Patrikliğinin merkezi olarak hizmet etmesinin yanında Roma Katolik ve Ermeni Ortodoks kiliseleri de aynı çatı altında yer alıyor. (Süryani Kadim Ortodoks, İskenderiye Kıpti ve Habeş Ortodoks Kiliseleri tarafından da ortak olarak kullanılmaktaymış). Bu kilisenin anahtarı, Osmanlıların zamanındaki geleneğin devamı olarak Müslüman iki ailede. Çünkü bu kutsal mekan, aralarında ölümle sonuçlanan kavgaların olduğu Hıristiyan mezhepler ve dini temsilcileri arasında uyum içinde paylaşılamamış, Osmanlı da buranın anahtarını Müslüman iki aileye vermiş ki, tek aile bu görevden dolayı maddi veya manevi bir güç kazanmasın. Kiliseye ana kapıdan girdiğinizde direkt karşınızda yerde Hz İsa’nın kabri olduğu iddia edilen sade kabri görüyorsunuz. Buranın üzerine kutsal yağ dökülüyor. Özellikle Ortodoks Hıristiyanların yanlarında getirdikleri eşyalarını bu yağa sürdüklerini gördüm ve çoğu Rus ziyaretçinin bu “kutsanmış” eşyalarını ülkelerinde para karşılığı değerlendirdiklerini öğrendim. Mezarın hemen sağında, ana kapıdan girişte sağda merdivenlerden yukarı çıktığınız kısımda, Hz İsa’nın üzerinde çarmıha gerildiğine inanılan ve Helena tarafından da kutsallığı resmileştirilen “kaya” var. Bu kısımdaki şapel, gelen ziyaretçilerin hac ödevini gerçekleştirdikleri yer.


 
 

Buradaki ziyaretimiz ardından istikametimiz, Kudüs’ün Yahudiler ve Müslümanlar açısından en kutsal mekanı olan Tapınak Tepesi (Temple Mount) oldu. Hıristiyanlar açısından bakıldığında da Tapınak Şövalyelerinin isimlerini aldıkları tapınak ta aynı tapınak. Şu anda Müslüman kontrolünde olan bu alana sadece Müslümanlar girebiliyor. Bunun için de kapı girişinde kelime-i şahadet getirip, Fatiha Süresini okumanız isteniyor. Pasaportunuzda “T.C.” olması yeterli değil, çünkü din hanesi bulunmuyor ve sizden kimlik istiyorlar. İşin ilginci, bu sorgulama iki ayrı kontrol noktasında İsrail askerleri tarafından yapıldı, son kontrol noktasındaki Müslüman görevlilere “Başbakanımızın selamını” söyleyince ve tipimi de iyi bir müslümana benzetince sorunsuz geçtik. Yalnız hanımların trekking pantolonlarının üzerine başka bir örtüyü etek olarak giydirmeleri ve başlarındaki renkli eşarpları kapatacak şekilde başka bir örtü ile kapatmalarını istemeleri ortaya çıkan manzara anlamında keyifliydi.




Yahudiler ve Müslümanlar açısından manevi değeri yüksek olan bu tepenin özelliği Yahudilere göre Hz İbrahim’in oğlu İshak’ı, Müslümanlara göre ise oğlu İsmail’i Tanrıya kurban etmek üzere getirdiği tepe olması. Yani günümüzde Kurban Bayramı olarak kutladığımız olayın geçtiği tarihi yer. Hz Musa’ya Tanrı tarafından indirilen On Emir’in ve diğer kutsal eşyaların içine konduğu Ahid Sandığı (*), MÖ 957 yılında Kral Süleyman tarafından inşa ettirilen Birinci Tapınak’ta korunmuş. Babil Kralı Nabukednezar tarafından MÖ 586’da yıkılan tapınak, Babil’e sürgün edilen Yahudilerin geri dönmesiyle MÖ 536-515 yıllarında tekrar inşa edilmeye çalışılmış. Asıl göz alıcı şeklini MÖ 19 yılında Kral Herod sayesinde kazanan İkinci Tapınak MS 70 yılında yapılan ilk Yahudi-Roma Savaşı’nda, Batı Duvarı dışında, ikinci kez tamamen yıkılmış. İşte o zamandan ayakta kalan Batı Duvarı, günümüzde Ağlama Duvarı olarak bilinen yer ve Yahudilerin en kutsal mekanı özelliğine sahip. Yahudi Tapınağı’nı yıkan ve Yahudileri ikinci kez topraklarından sürülmesine neden olan Romalılar ise bu tepeye kendi kutsal mekanlarını inşa etmişler.



Müslümanların Kudüs ile tanışması Hz Ömer’in halifeliği zamanında olmuş. Hz.Ömer,  Süleyman’ın inşa ettirdiği tapınak kalıntılarının üzerine küçük bir cami yaptırmış. Cami zaman içinde bugünkü halini ve Mescid-i Aksa (en uzak mescid anlamında) adını almış.
 
 
Hz Ömer'den sonra 687 yılında Kudüs'ü tekrar fetheden 9.halife Abdülmelik, bölgede İslamiyet'in yeniden doğuşu ve egemenliğini göstermek için caminin olduğu alana, üzeri altın kaplamalı sekiz köşeli Kubbetü's-Sahra'yı inşâ ettirmiş. Kubbet-üs Sahra “kaya üzerindeki kubbe” anlamına gelmekte.
 
Ezanın okunduğu ve namazın kılındığı yer Mescid-i Aksa. Dikkat edilmesi gereken konu, Kudüs ile ilgili resimlerde görülen altın kaplamalı yapının Mescid’i Aksa değil, Kubbet-üs Sahra olduğudur.
 
 
Tapınak üzerine inşa edilmiş olan Mescid’i Aksa (El Aqsa) Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra en kutsal üçüncü mekan. Çünkü Hz Muhammed’in, fiziken hiç gelmediği Kudüs’e, atı Burak ile gelip bu kaya üzerinden Cebrail ile cennete yükselip tekrar yer yüzüne geldiğine (Miraç) inanılıyor.

Bu verdiğim bilgilerden özetlemek gerekirse, bugün İsrail ve Araplar arasında ciddi çatışmalara neden olan konuların başında Kudüs’ün özel durumu yani Tapınak Dağı’nın paylaşılamaması gelmektedir. Farklı kaynaklardan öğrendiğime göre muhafazakar Yahudiler Mescid-i Aksa’nın üzerinde bulunduğu eski tapınak yerine 3. Tapınak’ı inşa etmek istiyorlarmış. Bu yüzden de bir şekilde tünel açarak hem Süleyman’ın Ahid Sandığı’nı bulmak hem de Mescid’i Aksa’yı yıkmayı amaçlıyorlarmış.

Gerek Mescid-i Aksa gerekse Kubbet-üs Sahra’yı gezerken dikkatimizi çeken bir husus da, klimalı ortam olması nedeniyle etrafta halılar üzerinde uyuyan azımsanmayacak sayıda insanların olmasıydı. Ülkemizdeki camilerde bu manzaralara hiç alışık olmadığımız için bu durumu ilk başta yadırgadık. Ancak etrafta Kur’an okuyan veya sessizce oturup insanları gözlemleyen kişileri de görünce bu tür alanların aynı zamanda bir tür sosyal ortam olabileceği kanaatine vardık. Bu arada Kubbet-üs Sahra’nın, üzerine inşa edildiği ve havada asılı olduğuna inanılan Muallak Taşı’nın altındaki küçük ve loş ışıklı mekana girip dualarımızı da ettik.  



Bu kutsal mekanda geçirdiğimiz yaklaşık 45 dk sonrasında, rotamızı aynı tepenin batı yakasındaki, bir başka deyişle Mescid’i Aksa’nın üzerinde bulunduğu II. Tapınak’tan kalan Batı Duvarı’na (Ağlama Duvarı) çevirdik. Girdiğimiz kontrol noktasından çıkıp sola ilerleyince “Western Wall” okunu takip ederek Ağlama Duvarı’na geldik. Girişteki kontrol herhangi bir din, kimlik, vs kontrolü değil, sadece havalimanlarındaki gibi güvenlik araması niteliğinde. Kontrolden geçerken karşınızdaki manzarada Ağlama Duvarı’nı ve üstünde ise Mescid-i Aksa ve Kübbet-üs Sahra’yı görüyorsunuz.

 
 
Merdivenlerden inerek aşağı alana varınca kadın ve erkeklerin, tıpkı müslümanlar gibi,  ayrı ayrı toplandıklarını gördük. Siyahlar içindeki şapkalarından bukleler sarkan “Hasidik” yani dindar Yahudi erkekleri, ellerinde kutsal metinler, kafalarını ileri geri sallayarak dua ediyorlardı. Ağlama Duvarı’na alınlarını yaslayıp dua edenler küçük kağıtlara yazdıkları dileklerini duvar arasına yerleştiriyorlardı. Bu arada etrafta bazı gruplar da alkışlarla tempo tutarak şarkılar söylüyorlardı. Sonradan fark ettik ki, kutsal kitaplarından ayetler okuyup büyük bir tahta sandık içinde bir merasimle tapınağın içindeki bir yere götürüyorlar. Etraf tam bir şenlik içinde. Sonradan öğrendiğime göre 2-3 gün öncesi Roş Aşana yani Yahudilerin yeni yıl başlangıcı. Üç gün sonrası yani ayın 25’i de Yom Kimpur (günah çıkarma günü).  Sanırım bu özel dönem nedeniyle buradaki kutlamalar veya ayinler çok neşeli ve hareketliydiJ



Yaklaşık bir 45 dakika da burada geçirdikten sonra Ermeni Mahallesi’ne gitmek üzere Yahudi Mahallesi içinden geçtik. Yabancı kültürlerle ve insanlarla kaynaşmaktan keyif alan eşime yaklaşan din adamı kılıklı birisi kutsamak için elini uzatmasını istedi. Bedavaya yaptığını sanan ve elini sorgusuz sualsiz uzatan eşime “kaç paraymış?” diye sorduğumda adamdan aldığı yanıt Karadenizli damarını kabarttı.

Kudüs’ün Eski Şehir içindeki sokaklarında yürümek son derece keyifliydi. Özellikle çok hareketli olan Yahudi mahallesinde erkek çocuklar için davullu, müzikli kutlamalar dikat çekiciydi. Önce bunu bir tür sünnet kutlaması veya erkekliğe ilk adım gibi özel bir kutlama sandık. Sonradan öğrendik ki, Yahudi yeni yılı ve yaklaşan Yom Kimpur nedeniyle, İsrail dışında yaşayan gençler ülkelerine gelmişler ve onlara geleneklerini öğretmek adına kutlamalar yapıyorlarmış.

Ermeni mahallesi de bunun tam tersiydi. Arkada bıraktığımız hareketli Yahudi mahallesine ait sokaklar ardından daha sessiz olan (hem de gündüz) Ermeni kesimine geldik. Dinlenmek ve serinlemek için girdiğimiz hoş restaurantaki az sayıdaki insanın siması o kadar çok tanıdık geldi ki, geziyi bir kenara bırakıp sandalyeyi çekip hikayelerini dinlemek istedim ama zamanımız yok, yola devam.

Bir arabanın geçebileceği kadar dar olan sokaklardan Yafa (Jafa) Kapısı’na doğru ilerlerken başka bir Ermeni Lokantası dikkatimizi çekti. “Akşam gelebilir miyiz acaba” diye düşünürken hem dekoru, hem de otantik Ermeni yemeklerini görmek için merdivenlerden aşağıya Türkçe konuşarak indik. Türkçe konuşmamızdan dolayı rahatsız olan lokanta sahibinin ve arkadaşlarının memnuniyetsiz bakışları arasında ayrıldık. Aklım yemeklerde kaldı, itiraf etmeliyimJ

Hıristiyan bölgesindeki Yafa Kapısı’na geldiğimizde, sabah karşılaştığımız Filistinli taksici ile karşılaştık. Taksiciden bizi Hz İsa’nın doğduğu yer olan Betlahem’e (Beytüllahim) götürmesini istedik ve 100 USD’ye anlaştık. Yaklaşık 15-20 dk’lık bir yolculuk ardından Betlahem’e vardık. Ama öncesinde “çakal” taksici bizi anlaşmalı bir hediyelik eşya dükkanına götürdü ve hiçbir şey satın almasak da bu dükkana girmemiz için ısrar etti. Komisyonunu alacak tabi. Neyse birer adet buzdolabı magneti aldık ve Kutsal Doğuş Kilisesi’ne gitmek üzere dükkandan ayrıldık.

Betlahem (Beytüllahim) / Doğuş Kilisesi (Church of the Nativity)

Kutsal metinlerde Betlahem ismine, 2000 yıl önce (İsa’dan da önce), Yakup’un eşi Raşel’in gömüldüğü yer olarak rastlanmış. İbranicede “ekmek evi” anlamına gelen Beit Lechem Arapçada “et evi” anlamına geliyormuş.
 
 
Hıristiyan inancında İsa’nın doğduğu yer olarak Betlehem, Mathew ve Lukas İncillerinde gösterilmiş, diğer iki incilde (Mark ve John) kesin doğum yeri hakkında bilgi yokmuş. 4. yy’da yaşayan Aziz Jerome’un belirttiği mağaranın İsa’nın doğduğu mağara olduğuna inanılmakta. (Bkz alttaki resim)

Hz İsa sağ taraftaki kısımda doğup sol taraftaki beşiğe alınmış. 

Imparator Konstantin’in annesi Helena, Kudüs’e geldiğinde buraya gelmiş ve kendisine gösterilen mağaraya bir kilise inşa edilmesini emretmiş. 6 yy’da İmparator Justinyen burayı daha büyük bir kiliseye çevirmiş. Müslüman Arap egemenliği sırasında, Hz İsa’nın Kuran’da kabul edilen peygamberlerden olması nedeniyle, onun doğumuna atfedilen bu kiliseye dokunulmamış. Haçlılar da kilisenin altar kısmına ekleme yapmışlar ve ahşap özellikler içeren bu yapı halen tarihi orijinalliğini korumakta. Kiliseye girdiğinizde ortadaki zeminin altında özel olarak sergilenen orijinal Roma yer mozaikleri, kilisenin orijinal tahta kapıları kadar etkileyici.
 
 
 
Kilisede dolaşırken bir Ermeni rahip ile tanıştık ve bize mihmandarlık yaptı. Kilisenin, ziyaretçilere kapalı olan ve rahiplerin yaşadığı özel alanlara ve hatta kilisenin çatısına kadar çıkma şansına eriştik. Bu yükseklikten etrafı seyrederken, Hz İsa’nın çocukluğunun geçtiği eski Betlahem’i hayal ettim.
 
 
 
Yaklaşık bir saatlik gezi ardından Kudüs’e doğru yola çıktık.Kudüs’te istikamet Zeytindağı.

 


Kudüs’ü yukarıdan gören panaromik manzara karşısında heyecanlanmamak elde değil. Tabi ki hikayesini bilmek lazım, aksi takdirde sadece taş, mezarlık ve kilise görürsünüz. Ama üzerinde bulunduğunuz Zeytindağı’nın Yahudi inanışına göre yargı gününde ikiye ayrılacağını ve tüm ölülerin, hemen arkasındaki Kidron Vadisi’nde dirileceklerini bilseniz, ya da bulunduğumuz yerin hemen altında yer alan Gethsmane bahçesinde Hz İsa’nın havarileri ile son kez beraber olduğunu hayal etseniz, duyumsadığınız heyecan tarifi imkansız bir hal alıyor. Hep söylerim, yaşamı, kentleri ve insanları anlamlandıran şey hikayelerdir. 

 
 
Turumuzun sonunda şöförümüzden bizi Ben Yehuda Caddesi’ndeki “Jerusalem Time  Experience”a bırakmasını istedim çünkü arkadaşlarımı, Kudüs’ün tarihini 4 boyutlu bir ortamda anlatan sinemaya götürmeyi planlamıştım. Bu sırada şöförümüz ertesi gün ne yapacağımızı ısrarla öğrenmek istedi. İyi bir fiyat verirse önce Massada, sonra Ölü Deniz ve ardından da Tel Aviv’e gitmek için kendisi ile anlaşabileceğimizi belirttim. 4 kişi için toplam 275 USD karşılığında ertesi sabah 08:40’da buluşmak üzere anlaştık. Önemle belirtmek isterim ki Kudüs’teki taksiciler (ki tümünün Filistinli olduğunu söyleyebilirim) anlaşmış olduğunuz fiyat üzerine ayrıca avanta istiyorlar. Önceden bahşiş vermeyi planlamış olsanız bile, bu ısrarcı ve sevimsiz tutum nedeniyle canınız sıkılıyor. Neyse, biz gelelim Jerusalem Experince olayına. 30 dakika süren gösteri her saat başı başlıyor ve son gösterim akşam 17:00’de. Kudüs’e gittiğinizde mutlaka gidin ve tarihi hakkında görsel bilgilendirmenizi bu yolla temin edin derim. 

Bu keyifli tecrübe ardından akşam yemeği için tekrar Ben Yahuda caddesine çıktık. Canımız et yemek isteyince bir Arjantin Et Lokantası’nda (El Gaucho) soluğu aldık. Yemeğin ardından Hillel caddesini takip ederek Eski Şehir’i gece keşfetmek üzere yola koyulduk. Yolumuzun üzerindeki ışıklı dükkanların olduğu girişin Mamilla Mall’a ait olduğunu öğrendik. Kudüs’ün ikinci büyük AVM’si olan bu alışveriş merkezi, perşembe gecesi olmasına rağmen çok kalabalık. Burada fazla zaman kaybetmeden eski şehrin Jafa Kapası’na doğru ilerledik. Gece ışıklandırması gündüz gözüyle gördüğümüz bu girişi daha bir anlamlandırmış. Saat 20:00 sularında girdiğimiz bu kapı gündüze göre daha sakin. Kimi dükkanlar kapanmış. Ayaklarımızın ve gözlerimizin yorgunluktan bitik durumda olmasına aldırmadan Kudüs’ü gece de görmek istedik. Enerji almak için hemen bir nar ve portakal suyu içtik. Belirtmeliyim ki hiçbir yerde bu kadar iri ve kırmızı nar görmedim. Tadı da süper.

Yafa Kapısı’ndan girince hemen sağınızda, surların dışından da görünen, Davud Kulesi (Tower of David) bulunmakta. Burasının tarihi MÖ 2. yy’a kadar gidiyor. MÖ 37 yılında Kral Herod tarafından bu savunma duvarlarına 2 kule daha ekletilmiş. Davud’un Sarayı olduğuna inanıldığı için bu isimle anılmakta. 1917 yılında İngiliz General Allenby, bu kulenin önünde Kudüs’ün Osmanlı egemenliğinden bağımsızlığına kavuştuğunu ilan etmiş. Gecenin ışıklandırması buranın gizemli tarih kokan havasını değiştiriyor. Aklıma Kudüs’ü İngilizlere teslim ettiğimiz 9 Aralık 1917 akşamı geldi. Kim bilir neler hissetmişti teslim eden Kudüs Mutasarrıfı İzzet Bey ve teslim alan General Allenby? 730 yıl sonra Kudüs’e dönen Hıristiyanlar dışında Osmanlı Ordusunda görevli Araplar dahil çoğu kişinin memnun olduğuna ilişkin okuduğum hikayeler ve belgeler, aklıma tekrar Falih Rıfkı’nın Zeytindağı’nda anlattığı anıları getirdi.


 
 
Yolumuza sessiz ve az ışıkla aydınlatılmış Ermeni mahallesinin sokaklarından devam ettik. Birkaç dakika yürüdükten sonra, yolun sol tarafında, Ermeni Patrikliği’ne ait önemli bir binaya geldik. Kapıda birileri olduğu için çok fazla yüksek sesle Türkçe konuşmamaya özen göstererek ilerliyorduk ki, karşıdan elindeki küçük radyosunu kulağına götürmüş üst rütbeli bir din adamının, tabir caizse, dinledikleri ile ilgili düşünceli bir şekilde sallana sallana geldiğini gördük. Yanımızdan geçip giden bu kişinin, Türkçe yayın bir radyo frekansında Fenerbahçe-Marsilya maçını dinlediğini fark ettiğimizde yaşadığımız tatlı şaşkınlık hepimizi çok keyiflendirmişti. Şaşkınlığımızı atamadan binadan içeri girip gözden kaybolan bu kişi ile çok keyifli bir muhabbet fırsatını kaçırmış olduk.

Ermeni mahallesini geçerek Yahudi mahallesine geldiğimizde, gündüz hakim olan hareketliliğin gece de aynen devam ettiğini gördük. Tifferet Israel meydanındaki kafelerden birine oturarak yoğun günün muhasebesini ve ertesi günün planlamasını gözden geçirdik. Saat 23:00’e doğru kalkarak otelimize dönmek üzere Müslüman mahallesini takip ederek sabah girdiğimiz Şam Kapısı’ndan Eski Şehri terk ettik. Her dakikasını dolu dolu yaşadığımız bir Kudüs gününün ardından, ertesi günü yapacaklarımızı düşünerek yastığa baş koyabilmek tarifi imkansız bir duygu idi.  

 
21.09 Cuma (Masada, Lut Gölü/Ölü Deniz ve Tel Aviv’e yolculuk)

Masada

Filistinli taksicimiz sabah 08:40’da bizi otelimizden aldı. Hız kontrolü olmayan otobanda Lut Gölü üzerindenıHı Masada’ya doğru yola çıktık. Bedevi köylerini de gördüğümüz otobandaki çöl yolculuğumuzun ilk kısmı 09:45’de Masada Milli Parkı’na varmamızla sona erdi. Masada Milli Parkı UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne 2001 yılında girmiş. Güney batısındaki Lut Gölü seviyesinden 450 m yükseklikte yer alan Masada, bugünkü halini Yahuda Kralı Herod zamanında almış. Herod burada saray, havuz, su sarnıçları ve savunma surları yaptırmış. Kendisinin MÖ 4 yılda ölümü üzerine Yahuda Krallığı’nı ilhak eden Romalılar buraya askeri garnizon kurmuşlar. MS 66 yılındaki büyük Yahudi Ayaklanması sırasında isyancılar Masada garnizonunu ele geçirmişler. İkinci tapınağın yıkıldığı ülke çapındaki bu ayaklanma 7 yıl sürmüş. Kudüs’teki isyanının Romalılar tarafından bastırılması üzerine Masada’da isyancılara katılan Eleazar Ben Yair, MS 73 yılına kadar Romalılara direnen bu isyancı gruba liderlik etmiş. Romalılara karşı son direnme noktası olan Masada 15.000 kişilik Roma Lejyonu tarafından kuşatılınca, isyancılar ve ailelerinden oluşan 953 kişi, 15 Nisan 73 yılında toplu olarak intihar etmişler. İsrail Devleti için manevi anlamda bir sembol olan Masada’da, modern İsrail Devleti’nin askerleri ve subayları “Masada bir daha düşmesin” şeklinde yemin etmektelermiş. Mutlaka görmeniz gerektiğini düşündüğüm Masada’nın tepesindeki bu muhteşem müze alanına ya teleferik ile ya da yaklaşık 50 dakikalık bir yürüyüş ile çıkabiliyorsunuz. Etrafındaki diğer tepe ve kuzeyindeki Ölü Deniz / Lut Gölü manzarası müthiş.



 


 

Lut Gölü / Ölü Deniz

Dünyanın deniz seviyesinden en düşük (-400 m) noktası olan Ölü Deniz aynı zamanda dünyanın en tuzlu gölü. Tuz seviyesi Akdeniz’in on misli ve bu yüksek tuz oranı sayesinde suyun üzerinde batmadan sırt üstü yatıp gazete bile okuyabiliyorsunuz. Mutlaka denemeniz gereken bir tecrübe. Belirtmeliyim ki yüz üstü yüzme imkanınız pek yok, çünkü suyun kaldırma gücü sayesinde poponuz direk havaya kalkıyor ve kafanız suyun içine girme tehlikesi ile kaşı karşıya kalıyor. Tehlike diyorum çünkü su damlalarının gözünüze kaçmaması lazım. Gözünüze ha bir damla limon sıkmışsınız, ha bir damla su kaçmış, aynı etkiye sahip. Ayrıca bilmenizi isterim ki, suyun dibindeki çamuru vücudunuza sürüp on dakika bekleyince teninizin nasıl yumuşadığını görmek hayret verici. Zaten Ölü Deniz kremleri ve makyaj ürünleri İsrail’in en önemli ihraç ürünlerindenmiş. Ölü Deniz tecrübesini denemenizi öneririm.

 

Tel Aviv

Ölü Deniz’den sonra iki saatlik bir yolculuk ardından saat 15:00 civarı Tel Aviv’e vardık. Tel Aviv dünyanın en genç şehirlerinden. Daha yüz yıl önce böyle bir şehir yokmuş. Dünyanın en kalabalık Yahudi şehri olan Tel Aviv çok kısa sürede dünyanın farklı yerlerinden gelen Yahudi toplulukları sayesinde oluşmuş. İsrail nüfusunun beşte biri Tel Aviv’de yaşıyor.Kudüs ne kadar dindar ise Tel Aviv o kadar dünyevi. İsrail’in eğlence ve finans merkezi olan Tel Aviv’i şu cümle çok güzel özetliyor: “Tel Aviv çalar oynar eğlenir, Hayfa çalışır, Kudüs dua eder”. Otele yerleşip kendimizi sokağa attık. İstikamet Rothschild Bulvarı üzerinden Shabazi Sokağı ve Yafa (Old Jaffa).


Rothschild Bulvarı renkli ve canlı kafelerin bulunduğu, dünya mimarisinden ilginç örnekleri barındıran ve Unesco tarafından şehre “beyaz şehir” ünvanı kazandıran cadde. Akşam beşten sonra genci yaşlısı, evlisi bekarı, köpeğini veya bisikletini alan almayan bu canlı caddeye çıkıyor. Gece görmedim ama otel görevlilerinin verdiği anlatımlara göre bizim Bağdat Caddesi gibi.

 
 
 
 

Şehrin en kaliteli barları ise Shabazi Sokağı’nda. Gündüz de gece de burası çok canlı.



Shabazi Sokağı’nın hemen ardında sahile ulaşıyorsunuz. Denize giren, kumsalda güneşlenen bikinili, mayolu ve türbanlı insanları görünce buradaki huzur ve uyuma hayret ediyorsunuz. Sahil boyunca saatlerce yüreyebilirsiniz.



 


Shabazi Sokağı’ndan sahile çıktığınız noktadan Eski Yafa şehrini görebiliyorsunuz. 10 dakikalık bir yürüyüş ardından saat kulesinin olduğu meydana ulaşıyorsunuz.   

Eski Yafa (Old Jaffa) bence Tel Aviv’in en keyifli yeri. Tel Aviv’den önce gerek Osmanlılar zamanında gerekse öncesinde buradaki ilk ve tek yerleşim yeriymiş. Halen dünyanın en eski çalışan limanı burada. Limanı sayesinde önemini Tel Aviv kurulana kadar korumuş. Burada Osmanlılara ait dönemden Mahmudiye Camisini, II.Abdülhamit adına 1906’da dikilen saat kulesini, eski gümrük binasını görebilirsiniz.
 


 
 


 
Deniz tarafına doğru çıkarken sağınızda kalan Tel Aviv manzarası görülmeye değer. Yukarı doğru devam ettiğinizde Kedumim Meydanı’na ulaşıyorsunuz. Büyükçe bir Katolik kilisesinin bulunduğu bu alanda deniz manzaralı kafeler, sanatçıların eserlerini sergiledikleri tezgahlar ve dükkanlar var. Buraya güzel bir zaman ayırmak lazım. Kiliseyi geçtikten sonraki kafe ve restaurantların arasından deniz kenarına indiğinizde eski limana ulaşıyorsunuz. Gece yarısı canlı müzik performanslarının da yapıldığı barların ve balık restaurantların da olduğu bu tarihi liman müthiş keyifli.   
 




22.09 Cumartesi - Tel Aviv

Tel Aviv’deki son günümüze şehrin kuzey tarafından başladık. 40 dakikalık bir yürüyüş ardından Ha’yarkon Parkı’na vardık. Yarkon nehrinin kenarında olan bu parkta spor yapan insanları ve çocukları ile piknik yapan aileleri görebilirsiniz. Nehir kenarında ağaçların altında dinlenmek ve gelip geçenleri seyretmek çok keyifliydi.

 
 


Yarım saatlik bir dinlenme ardından sahile çıkıp önce Tel Aviv Marina’ya, ardından da sahilde yer alan halk plajlarına gittik. Serinletici bir şeyler içerken denize girenleri seyredebilirsiniz. Öğlen vakti tepedeki güneş, eylül sonu olmasına rağmen, etkili. Otellerin önündeki kumsal yolundan Yafa’ya doğru ilerledik.
 


Yol üzerindeki Shabatzi Sokağı bu öğle sıcağı için ideal kaçamak mekanları sunuyor. Ditta Cafe'deki lezzetli ve hafif bir öğle yemeği yedik. İsmini hatırlayamadığım ama fasulyeli, acılı ve domatesli menemen benzeri yemek çok duyurucuydu. Hemen belirtmeliyim ki porsiyonlar çok büyük, iki kişi çok rahat doyabilirsiniz. (www.ditta.co.il)

Yemeğimizin ardından, öğle sıcağının geçmesi ve dinlenmek için otelimize döndük. Son gecemizi Yafa’nın eski limanındaki canlı müzik olan barlara takılarak geçirmeyi planladık. Akdeniz’e karşı yudumladığımız şaraplarımızı bu keyifli İsrail gezisi şerefine kaldırdık. Gezdik, gördük, öğrendik, yaşadık.


23.09 Pazar – Eve dönüş

04:20’deki uçağımız için, iki saatlik bir uykudan sonra saat 02:00'de havalimanına doğru yola çıktık. Ben Gurion Havalimanı'nın duty free'si için ucuz ve çok çeşit var demişlerdi. Çeşitlilik konusunda bizimkilerden fazlası yok ama parfumlerde daha ekonomik olduğunu arkadaşlarım söylediler.

Beklentilerin ötesinde, bakış açılarımızın değiştiği süper keyifli bir gezi oldu. Tarih, deniz ve sıcak insanların olduğu Ortadoğu’nun incisi İsrail’e mutlaka gitmenizi öneririm

 Neler öğrendik?

·      Müslümanlar ve Yahudiler amca çocukları. Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların babası sayılan Hz İbrahim’in Sara’dan olan oğlu İshak’tan (İsaac) Yahudiler, Hacer’den olan oğlu İsmail’den de Müslümanlar geliyor. Yani günümüzdeki Yahudi-Müslüman çatışması tam bir “emmoğulları kavgası”.

·      Müslümanların kutsal mekanları olan Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra, Yahudilerin tarihi tapınaklarının üzerine inşa edilmiş. Mescid-i Aksa’nın altında Süleyman’ın Kutsal Ahid Sandığı olduğuna inanılıyor ve Ağlama Duvarı da Mescid-i Aksa’nın batı tarafındaki alt kısımda yer alıyor.

·       Mescid-i Aksa ile Kubbet-üs Sahra’yı karıştırmayın. Kubbet-üs Sahra kubbesi altın sarısı olan sekizgen yapı.

·      Müslümanlar için üçüncü kutsal yer olan Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Kudüs’e Hz Muhammed hiç gelmemiş. Burayı müslümanlar için anlamlı kılan olay Hz Muhammed’in bir gece Mekke’den Kudüs’e atıyla gelip oradan Cebrail ile cennete yaptığına inanılan bir tür astral seyahat.

·      Haçlıların ikamet ettiği yer de işte bu tapınak tepesi ve Tapınak Şövalyeleri de adını buradan alıyor.

·      Domuz eti her iki dinde de günah, bu yüzden domuz etini neredeyse hiçbir yerde göremedik.

·      Müslümanlar ve Yahudiler, ikinci dünya savaşının sonuna kadar tarihleri boyunca birbirleri ile hiç savaşmamışlar. II. Dünya Savaşı sırasında Hıristiyan Avrupası’ndaki Yahudi Soykırımını unutturmak için eskiden beri süregelen bir Müslüman-Yahudi Savaşı algısı körükleniyor olabilir mi?

·      Bizdeki dindar – laik çatışması İsrail’de de var. Siyah elbiseleri ve örgülü saçları ile ortalarda dolaşan Hasidik yani dindar Yahudiler, laik İsrail Hükümetinin Arap ve Müslüman karşıtı politikalarına destek vermiyorlarmış. Dindar Yahudiler, laik veya dinsiz dedikleri Siyonist milliyetçilerden neredeyse nefret ediyorlarmış. Aynı duyguları dindarlar için Siyonistlerin de taşıdığını öğrendim. Konuyu araştırınca gördüm ki, Siyonizmi kuranlar ve geliştirenler Sosyalist ve Milliyetçi Doğu Avrupa ve Rus kökenli Yahudiler, dindarlar değil. 

·       İsrail askerleri arasında Müslüman Arap askerleri de varmış.

·      120 vekilli İsrail Meclisi Kneset’te mevcutta 17 Arap kökenli (6’sı Dürzi, 1’i Hıristiyan Arap) milletvekili de bulunuyormuş. Wikileaks kaynaklı bu bilgiye göre 10 tane de Müslüman Arap milletvekili bulunmakta.

AHİD SANDIĞI NEDİR?
 
Yabancı kaynaklarda Ahid Sandığı, Ark Of Covenant, Ark of God, Ark of Lord, Holy Ark olarak geçmektedir. Ark’ın sözlükteki anlamı sandık ya da kutudur ancak aynı zamanda Hz Nuh’un gemisini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Covenant kelimesi ise sözleşme, ahid anlamına gelmektedir. Ahd-i Atik Sandukası, Kuran'daki bilgilere göre içinde Hz. Musa ve Hz. Harun'dan eşyalar barındıran değerli bir sandık. İslam alimlerine göre, sandukanın en önemli özelliği ise MÖ. 587 yılından beri nerede olduğunun bulunamaması ve ahir zamanda çıkacak bir şahs-ı manevi olan Mehdi tarafından bulunacağının kabul edilmesidir. Ahid Sandığı İncil’de, içinde Hz Musa’ya gelen 10 emrin yazılı olduğu taş tabletleri, Hz. Harun’un asasını ve kudret helvasını barındıran kutsal bir sandık olarak geçmektedir. Sandığın Allah’ın emri ile Hz. Musa’ya Sina dağında gelen vahy ile inşa edildiği ve Allah’ın Hz. Musa ile bu sandığın üzerinde bulunan iki cherubim (Eski Ahid’de de adı geçen melek için kullanılan ifade) arasından konuştuğu belirtilmektedir. Ayrıca Yahudi kaynaklarda da, Ahid Sandığı ile ilgili farklı anlatımlar mevcuttur. Bazı kaynaklar sandığın Mısırlılar tarafından Hz. Adem ve eşine ondan yemeleri yasak olan ağaç türünden yapıldığı ve saf altın işlemelerle kaplı olduğundan bahseder.