9 Kasım 2013 Cumartesi

Makedonya


RUMELİ (Makedonya & Sırbistan)

Pegasus Havayolları sayesinde, hesaplı uçuş seçenekleri ile tüm dünyayı gezme hayalimi adım adım gerçekleştiriyorum. Yoğun ve stresli bir yılın sonuna doğru, bayrama girmeden, Pegasus'un hesaplı Balkan ülkeleri fırsatlarını görünce, oturdum plan yaptım. Bu sefer istikametim vize uygulaması olmayan Makedonya ve Kosova idi. Dört aylık kızımız Zeynep'ten ayrılmayı göze alamayan eşimin desteği ile tek başıma çıkmak durumunda kaldığım bu geziyi beş tam gün olarak (8-13 Ekim 2013) planladım. Gezi öncesinde internetten yaptığım araştırmalarla rotayı ve tarihleri kafamda netleştirdim, toplam 69 Euro karşılığında İstanbul-Üsküp gidiş ve Priştine-İstanbul dönüş biletlerini aldım. Ancak Üsküp'te yaptığım bir değişiklik ile Kosova yerine, istikameti, sadece 39 € karşılığında, Belgrad'a çevirdim.

Makedonya (Üsküp, Ohrid, Manastır, Tetova)


 
Rumeli deyince akla gelen önemli merkezlerden birisi olan 2 milyon kişilik Makedonya, göçlere rağmen yaklaşık 80.000 kişilik bir Türk nüfusunu barındırmaya devam ediyor. Özellikle Elveda Rumeli dizisiyle popüler hale gelmeye başladığını öğrendiğim bu sevimli ülkeyi gezerken sanki Türkiye'de olduğunuz hissesine kapılıyorsunuz. Hiç yabancılık çekmeyeceğiniz bu ülkede Türkçe konuşarak anlaşabilmeniz yüksek bir ihtimal . TV kanallarında günün herhangi bir saati bir Türk dizisi ile, hem de Makedonca alt yazılı olarak, karşılaşabilirsiniz. Açıkçası bu kadar Türk etkisi barındıran başka bir Balkan ülkesi olmamasına rağmen, ülkemizde Bosna kadar popüler olmayan Makedonya, önümüzdeki yıllarda Türk turistler için bir çekim merkezi olmaya devam edecek görünüyor.    
 
Makedonya deyince akla gelenler;
  • Büyük İskender'in memleketi,
  • Tarihteki ilk köle isyanı gerçekleşti (Spartaküs),
  • İttihat ve Terakki hareketinin doğduğu topraklar,
  • Mustafa Kemal Manastır Askeri İdadisi'nden mezun oldu,
  • Yahya Kemal'in "Bursa'nın Şardağı eteğindeki devamı..." dediği memleketi Üsküp,
  • Resneli Niyazi Bey,
  • Rumeli Türküleri diyarı (Vardar Ovası, Manastır'ın Ortasında Var Bir Havuz),
  • Unesco'nun kültür mirasına konu olan Ohrid (Yağmurdan Önce filminin çekildiği yer),
  • İnegöl köftesinin anavatanı,
  • Elveda Rumeli dizisi.

Kısa tarihi geçmişi:

Makedonya ismi, eski Yunancada "uzun boylular" anlamına geliyormuş. Gerçekten de hem erkekleri, hem de bayanlarının ortalama boyları bize göre oldukça uzun.

1916 yılında İrlanda’daki ayaklanma sonrasında İngilizler tarafından idam edilen İrlandalı yurtsever Roger Casement’a göre: “Yeryüzünde iki trajik tarih bilirim: Biri İrlanda’nınki, diğeri Makedonya’nınki. İkisi de mahrum bırakılmış, ikisine de eziyet edilmiştir”. Binlerce yıl boyunca Makedonya’nın belirli ve kalıcı idari veya coğrafi sınırları olmamıştır.

Yunan kavimleri Makedonya'yı Büyük İskender zamanına kadar bir barbar kavmi olarak görmüşler. Büyük İskender sonrası Makedonya "Helenleşme"ye başlamış. Şimdi ise Yunanlılar, Makedonları bir Helen kavmi olarak görüp Makedonya Cumhuriyeti ismini kullanmasına itiraz ediyorlar. Hatta 1991'de Yugoslav Sosyalist Cumhuriyeti'nden bağımsızlığını ilan ettiğinde, Yunanlılar hem isme hem de bayrağına "Helenik" kökenleri nedeniyle itiraz etmişler. 4 yıl süren Yunan ticari ambargosu sonunda ilişkiler normale dönmüş olsa da isim konusundaki anlaşmazlık halen sürüyor ama bayrakları değiştirilmiş. Uluslararası siyasi arenada halen Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti ismi kullanılmakta. 

     
Vergina Güneşi

                                                                  Resmi Makedonya bayrağı
İlk kez 1390 yılında II. Beyazıt zamanında Gazi Evrenos Bey ve Akıncı İsa Bey tarafından yerleşilen bu topraklar, 1912-1913 yıllarındaki Balkan Savaşlarına kadar, 522 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış.

Osmanlı egemenliğine Sırpların ve Bulgarların yardımıyla son veren Makedonlar Sırpların egemenliğine girmiş. Güney Sırbistan adı altında 1929'daki Yugoslav Krallığı'nın unsurlarından olan Makedonya, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların yanında yer alan İtalyan ve Bulgarlar tarafından işgal edilmiş. Tito'nun öncülüğünde Alman ve İtalyan işgaline direnen komünist partizanlar, Almanların 1944'de ülkeden çekilmesi ile yönetimi ellerine almışlar. Tito'nun önderliğinde kurulan  Yugoslav Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin unsurlarından olan Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti döneminde özel mallar kamulaştırılmış, ibadet özgürlüğüne yasak getirilmiş. 1950'lerde çok sayıda Türk asıllı Makedonyalı bu uygulamalar nedeniyle Türkiye'ye göç etmiş. Önceden toplam nüfusun %20-25'ini oluşturan Türklerin nüfusu, bilinçli baskıcı politikalar ile bugünkü %3'ler seviyesine gerilemiş. Tito'nun 1980 yılındaki ölümü ile dağılmaya başlayan Yugoslavya'dan bağımsızlığını 1991 yılında kazanmış. 1999 yılındaki Arnavutlar ve Sırplar yönetimindeki Yugoslavlar arasındaki Kosova Savaşında 300.000 kadar mülteci Makedonya'ya yerleşmiş. 2000 ve 2001 yıllarında ülkedeki Arnavutlarla çatışmalar vuku bulmuş. En sonunda 2001 yılında Ohrid Anlaşması yapılmış ve silahlar susmuş.     

                                                         Josip Broz Tito

ÜSKÜP

Türkiye ile bir saatlik zaman farkı bulunan Üsküp'ün Büyük İskender Havalimanı'na yaklaşık 80 dakikalık bir uçuş sonrası vardım. TAV tarafından modern şekilde yapılan havalimanının pasaport kontrolünden sorunsuz geçtikten sonra ilk iş olarak para bozdurmak istedim. Bu işlem için havalimanında iki seçeneğiniz var, ya Halk Bank şubesi, ya da özel bir döviz bürosu. Halk Bank'ın döviz kuru daha anlamlı, kaldı ki görevliler de doğrudan Halk Bank'a yönlendiriyor sizi. 1 Euro=61,35 Makedon Dinarı kurundan 150 € bozdurdum.
 
Şehir merkezine 10-15 dakikalık yürüme mesafesinde olan otelime (Hotel City 5 - bkz www.booking.com) zaman kaybetmemek adına taksi ile gittim. Gelmeden önce okuduğum bloglarda 20 € dendiği için, aynı fiyatı söyleyen şöföre itiraz etmedim. Ancak oteldeki görevli 15 €'ya otelin kendi ulaşım imkanı olduğu belirtti. 5 € Makedonya'da ciddi bir para olduğu için size tavsiyem transferinizi, gelmeden, otel ile anlaşmanızdır.

Eşyalarımı otele bırakır bırakmaz kendimi yerel saat ile 12:00 sularında dışarı attım. 10-15 dakikalık bir yürüyüş ardından Makedonya Meydanı denen şehrin merkezine geldim. Araç trafiğine kapalı olan bu alandaki büyükçe heykeller dikkat çekici. Bulgarlar ile paylaşamadıkları Kral Samoil'in ve meydanın ortasındaki Büyük İskender'in heybetli heykelleri ilk göze çarpanları.


 
Meydanın ortasına geldiğinizde karşınızda Osmanlı yapısı Taşköprü'yü görüyorsunuz. Türkülere konu Vardar Nehri'nin iki yakasına kurulmuş Üsküp'ü birleştiren ilk köprü olan Taşköprü 1451 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış.

 


Köprünün birleştirdiği diğer yaka yine heykellerle ve müzelerle dolu. Arkeoloji Müzesinin inşaatı halen devam ediyor.  
 

 


 Az ileride Eski Türk Çarşısı denen, Türkçenin konuşulduğu, midenize ve gönlünüze hitap edecek olan tarihi Osmanlı Üsküp'ü yer almakta. Avrupalılaşmaya ve Hıristiyan geçmişini öne çıkarmaya çalışan köprünün diğer yakasının aksine tam bir Osmanlı mimarisi ve kültürü egemen.

 
 
 

Yeni milenyum ile birlikte başlayan "Üsküp 2014" projesi çerçevesinde, Makedonya hükümeti başkent Üsküp'ün merkezini yeni bir görünüme kavuşturmak adına, büyük inşaat çalışmaları yürütüyor. İnşa edilen yeni binalarla, eski binalar üzerindeki yenileme çalışmalarıyla ve değişik heykellerle, Üsküp'ün merkezi adeta görkemli antik bir kente benzetilmeye çalışıyor. Ülkedeki azınlıklar ise, Üsküp 2014 projesiyle sadece Makedon ve Ortodoks Hıristiyan kültürüne yatırım yapılıyor olmasından rahatsızmış.


 


 

Turistik yer olmasına rağmen çoğu tabela hep Kiril alfabesi ile yazılmış. Üç sene önce gittiğim ve yarıda bıraktığım beş aylık Rusça dil kursunun yararını gördüm.
Acıktığım için kendimi Eski Türk Çarşısı'na attım ve soluğu hemen karşıma çıkan  meşhur Destan Köftecisi'nde aldım. Türkçe selamımı Türkçe alan delikanlıya 1 porsiyon köfte ve ayran siparişimi verdim. Masaya önce doğranmış soğan, bir parça kızarmış kalın yeşil biber ve muhteşem bir ekmek geldi. Burada ayrana yoğurt deniyor ve bizim ayranın koyu hali, ama leziz bir şey. Köfte de gelince "al sana mutluluğun resmi". Köfteler bizim İnegöl köftelerinin daha kalıncası ve daha lezizi. Bizdeki İnegöl köftesinin ana vatanı işte burası. Sadece 250 MKD yani yaklaşık 4 € ödediğim bu öğle yemeği son derece doyurucu. Köfteyi beğeniyorum ama favorim olan İstiklal Caddesi'ndeki Köfteci Hüseyin'i geçemez.
 
 

Yemeğin ardından Eski Çarşı'yı hızla keşfe çıktım. Çarşı içerisinde Osmanlı mimari geleneğinin örnekleri Mustafa Paşa Camii, Bedesten, Sulu Han, Kapan Han, Kurşunlu Han, Çifte Hamam başta olmak üzere bir çok tarihi eser bulunuyor. Çarşı iş kollarına göre bölümlere ayrılmış (At Pazarı, Demirciler, İpekçiler, Kazancılar, Kaftancılar, Kasaplar, Kürkçüler, Saraçlar, Sarraflar, Terziler, Tüfekçiler,vs). Bugün çarşıda yaklaşık 200’ü kuyumcu olmak üzere 1000 adet dükkan bulunuyor.

Eski Çarşı içinden Üsküp Kalesi'ne yola koyuldum. Şehrin en yüksek kesiminde yer alan kaleye doğru çıkarken yol üzerindeki ihtişamlı bir cami dikkatimi çekti; Mustafa Paşa Camii. 1492 yılında II. Beyazıt'ın damadı olan Mustafa Paşa adına yaptırılmış bu caminin mimarisi çok sade ve etkileyici. Balkanlardaki diğer Osmanlı eserlerini gibi TİKA tarafından restorasyonu yapılan bu camiyi görmenizi öneririm.
 


Camiden çıkınca, hemen yanı başında bulunan eski tarihli binalar dikkatimi çekti. Okul veya bir tür kamu binası olarak kullanılan bu binaların kapılarının üzerinde yer alan kitabeleri okuyamadım. Bu sene başında başlayıp sadece iki ay devam edebildiğim Osmanlıca kursu yetmedi tabi ki. Çektim fotoğrafını hemen, arkadaşım Kürşat'a mesaj attım, Ona da ağır gelmiş, anlayamadık ne yazdığını.

On dakikalık bir tırmanış ardından Üsküp Kalesi'ne ulaştım. İçeride az sayıda inşaat işçisinin çalıştığı bir faaliyet gördüm. Bir zamanlar Üsküp'teki üç yüz Osmanlı askerinin bulunduğu kalenin içi şu anda harabe durumunda. Üsküp 2014 Projesi kapsamında yürütülen çalışmalar, burayı da elden geçirmekte.



Surlarda geçirdiğim yaklaşık bir saat ardından rotamı Makedonya Ulusal Müzesi'ne çevirdim. Okları takip ederek evlerin arasında yer alan bahçe kapısından içeri girdim. Eski model araçların park ettiği otopark benzeri bahçenin az ilerisindeki son derece bakımsız iki katlı binanın müze olduğunu öğrendim.  100 MKD (1,3 €) ödeyerek girdiğim müzenin alt katında bir çalışma vardı. Üst katta etkileyici ikonaların bulunduğu bir oda ve onun yanında fotoğraflardan oluşan Makedonya tarihinin aşamalarını gösteren açık bölümler bulunmaktaydı. Bunlardan en ilgimi çeken, tabi ki Osmanlı dönemi idi. Ne yazık ki sadece kiril alfabesi ile bilgilendirmelerin olduğu bu müzede, neyse ki İngilizce konuşabilen görevliden bilgi alabildim. 19 yy'daki Osmanlılara karşı ilk milli ayaklanmaların Osmanlı İdaricileri tarafından sert şekilde bastırılmalarının izlerini gördüm. İçerik olarak fakir, mimari anlamda bakımsız olan bu müzede en fazla yarım saat harcamanızı öneririm.



Müzenin ardından Eski Türk Çarşısına doğru yola koyuldum. Makedonca konuşan Türk asıllı esnafın arasında dolaşırken gördüğüm bir kahvede soluğu aldım. Hızlı geçen günün ardından yorgunluğumu, Evliya Çelebi Sokağındaki kahvede, tavşan kanı çay ile atmaya çalıştım.      

Akşam yemeği için tercihim bu sefer çömlekte kuru fasulye oldu. Bunun için ağaçların altında masaları olan Turist Restaurant'ı tercih ettim. Öncesinde masaya sipariş ettiğim salata tam bir lezzet tabağı.  Şopska denen domates, salatalık, kuru soğan ve rendelenmiş beyaz peynirden yapılmış bu enfes salatayı yolculuğumun diğer tüm duraklarında da aynı lezzet ile yedim. Malzemenin doğallığından mıdır, toprağının, suyunun, havasının güzelliğinden midir bilinmez bu enfes şopska salatasının lezzetini geldikten sonra burada halen bulamadım. Ardından gelen çömlekte kuru fasulye de akşam yemeği için güzel bir ziyafet oldu.
 
 

Üsküp'te yapamadıklarım:
  • Abdi Ağa tatlıcısından yumurta ve sütle yapılan Makedonya’nın ünlü tatlısı kaymakçina yiyemedim;
  • Boza ve limonatanın karışımı olan şipritzel içemedim;
  • Poğaça arasına konan börekten yemeye fırsatım olmadı;
  • Şehrin en yüksek kesimine konan haça tırmanmaya zamanım olmadı. 

OHRİD


Sabah 07:30'da otelden ayrıldım ve taksi ile on dakikada otobüs terminaline geldim (125 MKD). Tek yön Üsküp-Ohrid biletini 520 MKD'ye aldım. Saat 08:00'de kalkan otobüs ile yolculuğum 15 dakikalık bir mola ile yaklaşık üç saat sürdü, 170 km.
Ohrid'de (Türkçe Ohri diye okunuyor) Akın Sezer ile buluşmayı planladım. Bloglardan birisinde ismine rastladığım Akın "Travel Macedonia"'nın sahibi. Vardığımda kendisi henüz şehir dışında olduğu için ofisine gittim, arkadaşı Muzaffer beni bekliyordu. Son derece keyifli ve insan canlısı olan Muzaffer'in yardımıyla geceliği 15 €'dan bir oda tuttum. Eşyaları bırakır bırakmaz hemen limanın önündeki meydana attık kapağı.  
 
                                         
UNESCO tarafından dünya mirası listesine dahil edilen Ohrid, Makedonya'nın Arnavutluk sınırında bulunan ve kendisiyle aynı ismi taşıyan gölün kıyısında kurulu bir şehir.
 

Makedonya’nın turizm, kültür ve dini merkezi sayılan Ohrid, Safranbolu, Amasra karışımı adeta. Tepenin yamacındaki evler Safranbolu evlerinin aynısı. Elveda Rumeli dizisinin bir kısmı burada çevrilmiş.
 


Mareşal Tito da bir çok dünya liderini Ohrid Gölü’nün kenarındaki yazlık konutunda misafir edermiş.


 

Muzaffer ile önce göl kenarına, iskeleye geldik. İskeleden hem merkezin hem de gölün karşı yakasının görünümü harika. 
 
                                          Muzaffer (Mizi)
 Ardından Safranbolu mimarisinin kardeşi olan evlerin arasındaki sokaklardan ilerledik. Tam bir görsel şölen.
 

    Dar sokaklarda ilerlerken birden karşınıza Aya Sofya Kilisesi çıkıyor. Ohri’yi 1385 yılında ele geçiren Osmanlı imparatorluğu Aya Sofia’nın fresklerini kireçle kapatıp 1912 yılına kadar cami olarak kullanmış.Sırplar Osmanlıların çekilmesiyle minareyi yıkmışlar. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Ortdoks Hristiyanlar’ın rüşvetle burada ibadet ettiklerinden bahsetmekte.

Ayasofya Kilisesi'nin yanından ilerleyen yol sizi göl kenarına ulaştırıyor. Manzara müthiş.

 
Muzaffer ile yaptığım bu panoramik yürüyüş ardından limandaki meydanda yer alan kafelerden birine oturup Muzaffer'den Ohrid, Makedonya, yakın tarih, insanlar vs hakkında bilgi aldım. Saat 15:00'e doğru Akın ile buluştuk. Akın, Che Guevara tarzıyla ve samimiyetiyle idealist bir arkadaş. Türkiye'deki stresli bir hayatın ardından kalbinin sesini dinleyerek daha önce görüp aşık olduğu şehre, Ohrid'e yerleşmiş. Makedonyalı eşiyle hayallerini gerçekleştiren Akın, Makedonya sevdalısı. Kafelerden birinde kahvelerimizi yudumlarken projelerinden bahsetti. Bir taraftan turizm ile ilgilenirken diğer taraftan Makedonya hakkında belgesel çekmekle meşgul. Kendisine ertesi gün yapmayı planladığım Rezne, Manastır(Birola), Kalkandelen(Tetova) ve Üsküp programımdan bahsettim. Yoğun programına rağmen bana zaman ayırdı ve sabah dokuzda çorbacıda buluşmak üzere saat 17:00 sularında ayrıldık.
Güneş batmadan önce aklımdaki istikamet Aziz John Kaneo Kilisesi. Muzaffer ile geçtiğim yolları hızlı adımlarla geçerek, "Yağmurdan Önce" filminin belli sahnelerinin çekildiği bu kiliseye göl kıyısını takip ederek ulaştım. Gün batımındaki manzara muhteşemdi. Japon turistlerin ayrılmasından sonra tek başıma kaldığım bu mekanda güzel bir bardak çay özlemi çektim. 
 

 Ardından yukarı tepeye doğru ilerleyerek Aziz Clement Kilisesi'ne vardım. Kilisenin dış bahçesinde yapılan kazılarda yer mozaikleri bulunmuş. Bu kısma Plaoşnik diyorlar.
 

Bu kilisenin geniş bahçesinde, Osmanlı zamanında kiliseyi camiye döndüren Sinan Paşa’nın türbesi yer almakta.
 Kiliseyi yaptıran Aziz Clement’in mezarı da aynı şekilde kilise bahçesinde yer almakta. Aziz Clement aynı zamanda Slav uluslarının Kiril alfabesini bugünkü şeklini vermiş bir isim.

Saat 18:00 sularında, güneş ufuktan kaybolmaya başladığı için istikametimi Ohrid Kalesi'ne çevirdim. 10 dakikalık bir tırmanış ardından vardığım kalenin kapısı kapanmıştı, yine de şehrin manzarası etkileyiciydi. Zaman geçirmeden yolumu şehrin merkezine aşağı doğru dar sokakların arasına çevirdim. "Ahmak ıslatan" tabir edilen yağışın ıslattığı kaldırım taşlarından yansıyan sokak lambalarının ışıklarını görünce makineme sarıldım.
 

Ohrid'de Osmanlı döneminden kalma 10 cami, 1 de tekke bulunuyor. Limana inen Clement Caddesinin diğer ucunda yer alan Zeynel Abidin Camisi aynı zamanda bir Halveti Tekkesi. Yine bu sokak üzerinde yer alan minaresiz Ali Paşa Camisi bulunmakta. 

 

Tekkenin tam karşısındaki meydanda çok yaşlı bir çınar ağacı var, yaklaşık 1100 yaşında olduğuna inanılıyor.

Öğrendiğim kadarıyla Ohrid gündüz olduğu kadar geceleri de hareketli bir kent. Ancak mevsim itibariyle sakinleşmiş. Hareketli ve kalabalık halini görmek için buraya baharda veya yazın gelmek gerekli.
Ne yenir?
Gölün alabalığı çok ünlü ve inanılmaz lezzetli. Herhangi bir balık restorantına çekinmeden girebilirsiniz. Önce bir balık çorbası, ardından balık. Fiyatlar çok ekonomik.

Ohrid İncisi:

Ohrid’in incisi oldukça ünlüymüş. Ohrid Gölü’nden çıkarılan sedefin üzerine bu göle özgü Plasiça balığının pulundan yapılan emisyonla cila atılıp muhteşem bir parlaklıkta Ohrid incisi üretiliyormuş.

 

RESNE

Akın ile sabah 09:00'da ofisinde buluştuk.  Kafelerden birinde tap taze sıcacık bir ekmek ile yediğimiz enfes ve doyurucu etli çorbası doping etkisi yaptı. Sabahın serinliğinde içimizi ısıtan bu ziyafet ardından Rezne'ye doğru yola çıktık.
 
                                                      Akın Sezer

Öncelikle belirtmeliyim ki güzergahımız yeşillikler içindeydi. Makedonya son derece ormanlık bir yer. Bitki örtüsü, bana, çoğunlukla Karadeniz'i hatırlattı. Elması ile ünlü Resne'ye geldiğimizi muhteşem renk ve irilikteki elma geniş bahçelerinden anladım. Makedonya eskiden Yugoslavya'nın meyve suyu merkeziymiş. Bu taraflardaki tek sanayi tesisi bu elma suyu fabrikasıymış. Yolda giderken tarladan toplanmış ve kamyonlara istiflenmeyi bekleyen elma çuvallarına rastlıyorsunuz. 

Resne'nin benim için önemi Resneli Niyazi Bey'den kaynaklanmakta. Sultan Abdülhamit'in baskıcı tutumuna karşı II. Meşrutiyet'in ilanını sağlayan İttihat ve Terakki hareketinin ileri gelenlerinden olup emrindeki askerlerle Ohrid yakınlarındaki dağa çıkarak isyan etmiş. Ayrıca 31 Mart Ayaklanmasını bastırmak için İstanbul'a gelen Hareket Ordusu'nun kurmaylarından birisidir.Ölümü ise 17 Nisan 1913′te Arnavutluk’ta Avlonya Limanın’da İstanbul’a gitmek üzereyken İtihat ve Terakki’nin gönderdiği korumayla suikaste uğramış son nefesini verirken ise ağzından o ”Niçin?” sorusu dökülmüş. Öldükten sonra ise halk arasında şu söz yayılmış ” Ne şehittir ne gazi pisi pisine gitti Niyazi.”


Resne'ye girdiğimizde eskiden Niyazi Bey'in sarayı olan ancak şimdi güzel sanatlar müzesi olarak kullanılan binayı ziyaret ettik. Binanın bahçesinde durup gözlerimi kapadığımda, sessiz ve sakin olan bu binada, 20.yy başında gerçekleşen ve koca bir imparatorluğun gidişatını değiştiren olayları ve kişileri yaşarken hayal etmek ilginçti.

MANASTIR

işte sonunda Manastır, yerel ismiyle Bitola'ya geldik. Şehre girdiğimizde bizi Yeni Cami ve İshak Çelebi Camileri karşılıyor. Kiliseleri görmesem bir Anadolu şehrine geldik sanacağım. İki cami arasındaki meydanda Osmanlılar tarafından 17.yy'da inşa edilen muhteşem saat kulesi var. Ancak kültürel tahribattan, Makedonya'nın diğer şehirlerinde olduğu gibi, bu yapı da nasibini almış ve tepesine bir haç dikilmiş.
 
 

Kulenin hemen önünde havuz. Tam I-Pad'i çıkartıp Atamızın sevdiği şarkılardan olan "Manastırın Ortasında Var Bir Havuz" türküsünü dinlemeyi planlarken Akın, telefonundan dinletmeye başlamıştı bile.
 
  
 
 Fotoğraf çekimimiz ile ölümsüzleştirdiğimiz bu havuz başı ziyaretimize Shirok Caddesi ile devam ettik. Manastır'ın İstiklal Caddesi olan bu cadde daha kısa. Kafelerle dolu bu caddede macchiato içip gelen geçeni seyretmenizi öneririm.
 
 
 
 Osmanlı zamanında önemli merkezlerden biri olan Manastır'da Avrupa'nın ileri gelen ülkelerin konsoloslukları bulunmaktaymış. Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğu halen bulunmakta. 
 
 
Makedonyalıların bugün "Bitola" diye isimlendirdiği kente Osmanlı İmparatorluğu döneminde, çevresindeki manastır kalıntılarından ötürü "Manastır" adı verilmiş. Osmanlı devletinin topraklarına katılması, Sultan I. Murat döneminde 1378'de olmuş. Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra, Makedonya'yı oluşturan üç vilayetten birisi olan Manastır, aynı zamanda Üçüncü Ordu'nun da merkezi yapılmış.Üçüncü Ordu'nun merkezinin Manastır'a alınmasıyla birlikte, şehre bir çok okul yaptırılmış. 1982'de yatılı okula dönüştürülen Manastır Askerî İdadîsi de aynı dönemde açılmış. Mustafa Kemal'in 1895'ten itibaren okuduğu Manastır Askerî İdadîsi Osmanlı devletinin kaderinde önemli roller üstlenecek kişileri yetiştirmiş.
 
 
 
 
20'inci yüzyılın başlarında dönemin en modern şehirlerinden birisi haline gelen Manastır, 33 yıl Osmanlı devletini yöneten Padişah II. Abdülhamit'e karşı oluşan muhalefet hareketinin askerî kanadının toplandığı yere dönüşmüş. 1908'deki II. Meşrutiyet ilanına yol açan gelişmeler de burada başlamış.
Birinci Balkan Savaşı sırasında 18 Kasım 1912'de Sırpların eline geçen şehir, 10 Ağustos 1913'te Bükreş'te imzalanan anlaşmayla resmen Sırbistan'a bırakılmış.

Bugün müze olarak kullanılan Manastır Askerî İdadîsi binasında, "Atatürk Anı Odası" açılmış. Bina girişindeki tabelada, "Çağdaş Türkiye'nin yaratıcısı ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1898 yılında Askerî İdadî'yi bu binada bitirdi" ibaresi yer alıyor.
 
 
 
 
 

KALKANDEKEN / TETOVA

Manastır ziyareti ardından istikametimizi Kalkandelen'e çevirdik. Akın'ın özel aracı ile üç saate yakın süren yolculuğumuzu Makedonya'nın ortasından yeşillikler içinden geçerek gerçekleştirdik. Yolda dikkatimi çeken çok sayıda cami minaresi olan köylerde Türklerin değil, Müslüman Arnavutların olduğunu öğrendim. ne de olsa ülke nüfusunun %25'i Arnavut. Kalkandelen, çoğunluğunu Arnavutların oluşturduğu Kosova Savaşı'ndan sonra yoğun Arnavut göçü almış bir şehir. Yapılaşma İstanbul'un göç alan semtlerini andırıyor.
 
Buradaki ilk ziyaretimizi Harabati Baba Bektaşi tekkesine (Sersem Ali Baba Tekkesi) yaptık. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamlarından Server Ali Paşa (kimi kaynağa göre kayınbiraderi) bağlandığı Bektaşilik’te hizmet etmek istemiş ve tüm rütbelerini atmış. Bu nedenle Kanuni Sultan Süleyman kendisine “sersem” demiş. İşte bu tekke, bu olaydan dolayı aldığı söylenen isimle, Sersem Ali Dedebaba tarafından 1526 yılında kurulmuş. Tekke bugün, kurucusunun isminden ziyade, onun yerine geçen Harabati Baba'nın ismiyle anılmakta. 
Not: Dergah, 2002 yılında bir gurubun yönlendirmesi sonucunda silahlı adamlar tarafından işgal edilmiş. Detay bilgi için bkz: http://www.cemvakfi.org.tr/balkanlarda-alevilik-bektasilik/harabati-sersem-ali-dedebaba-dergahi-bir-isgal-ve-gunumuzde-yasanan-buyuk-trajedi/
 
 
Sohbeti son derece hoş Arnavut asıllı Derviş Abdülmuttalip Efendi ile çaylarımızı yudumlarken tarikatlardan, dinden, toplumsal olaylardan ve Türkiye'den bahsettik. Son derece bilgili ve öğrenmeye açık bir insan. Tarikatlar konusunda okuduğu kitabı not ettiğimde yeni kaynaklar bulursam kendisi ile paylaşmamı istedi. Güzel Türkçesi ile kendisinden Bektaşilik hakkında aldığım özet bilgiler bu konudaki bilgi açlığımı kamçıladı. 
 
Ziyaretimiz sırasında televizyonda sürekli Türk kanalları açık. Laf Kurtlar Vadisi'nden açıldığında Polat Alemdar'ın, Makedonya'da konut projesi vaadi ile bir inşaat firmasının reklam yüzü olarak geldiğini, buraya gelen devlet başkanlarından daha kalabalık bir insan grubunu sadece Makedonya'dan değil, Arnavutluk'tan da çektiğini, ona güvenerek yatırım yapan insanların bu firmada paralarını batırdığını öğrendim.
Bir saate yakın keyifli muhabbetin ardından tekrar görüşmek üzere ayrıldık. Tetova'daki son durağımız Alaca Cami. Yapım tarihi hakkında farklı söylemler var ama 15. yy'da olduğu kesin. İsmini, dış cephesindeki rengarenk görünümden almış. Caminin iç dekorasyonunda, İslam mimarisinde benzerine rastlanmayan, Osmanlı döneminin şehirleri ile Mekke manzaraları yer almakta. Hurşide ve Mensure Hanım adlarındaki iki kız kardeş tarafında yaptırılan camii 17. yüzyıl sonlarında Kalkandelen`de meydana gelen yangında büyük hasar görmüş. 1833 yılında Abdurrahman Paşa tarafından yeniden inşa edilerek genişletilmiş. Cami avlusunda bulunan türbede camiyi ilk inşaa ettiren iki kız kardeş yatmakta. Bazı kaynaklara göre caminin boyanması için 30 bin yumurta kullanılmış. 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Üsküp (Tren Garı)
Bu keyifli ziyaret ardından Üsküp'e doğru yola çıktık. Bir saatten az bir süren yolculuğumuzu Akın'ın, eşinden öğrendiği bir ciğerci de bitirdik. Tek kelimeyle hayatımda yediğim en güzel ciğerdi. Makedonların bildiği bu salaş ama sevimli 12 masalık yerel lokantada yediğim ciğeri unutamayacağım. (Adres: Butz, Ul. Jelezniçka 66, Üsküp Tel 02 3110 306)   

Ardından 20:45'deki Belgrad Treni için kendisi ile Üsküp Tren Garı'nda vedalaştık. Makedonya gezimin son derece verimli geçen bu son gününü tamamen Akın'a borçlu olduğumu belirtmek isterim. Bir günde bu kadar etkinliği yapamazdım. Yolunuz düşerse kendisi ile irtibata geçmenizi mutlaka öneririm. (www.travelermacedonia.com)