3 Mayıs 2014 Cumartesi


Napoli Körfezi / Sorrento - Positano - Praiano - Amalfi - Ravello

Pegasus'un fırsatları ile gezmeye alışmışken, 2013 Aralık ayında dolacak millerimiz nedeniyle, bu kez milli gururumuz Türk Hava Yolları ile keyifli bir gezi planladık; Napoli Körfezi. Nisan ayında, hem de business sınıf uçuş için sadece kisi başı 25.000 mil karşılığında. Rotamızı ve otel seçimlerimizi şubat ayında netleştirdik. Nihayetinde 2013 yılının kapanış turu olan Barselona gezisinin altı kişilik kadrosu ile 17-20 Nisan tarihleri arasındaki programımızı şu şekilde kesinlestirdik: 1) Napoli'ye iniş ve Sorrento'ya geçiş, 2) ertesi gün Capri, Positano ve Praiano, 3) üçüncü gün Amalfi ve Ravello 4) son gün Napoli üzerinden dönüş. 60 km'lik bir hat üzerinde birbirine yakın olan Napoli Körfezi'nin bu keyifli turistik merkezlerindeki konaklama maliyetleri yüksek sezon olan Mayıs - Eylül arasındaki döneme göre ekonomik olmasına rağmen, 18 Nisan'da başlayan Paskalya tatili nedeniyle kendisini kısmen hissettirdi. İtalya'nın kuzey batısında yer alan  Cinque Terre bölgesindeki ünlü İtalyan Rivearası'ndan sonraki en popüler güzargah olan bu rotayı üç günde nasıl yaptığımızı beğeninize sunuyorum. İyi okumalar.
17 nisandaki uçuşumuz öncesinde araç kiralama işini son güne bırakmamız iki ayağımızı bir pabuca soktu. THY ile uçacak olmamıza rağmen Pegasus'un sitesindeki araç kiralama şirketlerinden birisi olan Locauto firmasından iki adet araç karalamaya karar verdik. Neden bu firma derseniz hem sadece bu firmada Alfa Romeo gözükmekteydi, hem de uluslararası ehliyet ön şartı yoktu (Şirket politikası olarak kaza yapmazsan ve polisle başın derde girmezse sorun yok:-). İki aracın kiralama işini, başımıza dert olacağını bilmeden, kendi adıma yaptım. Toplam 3 gün için araç başı 152 Euro karşılığında Alfa Romeo veya eş degeri bir marka için sistemden onay aldık.

İstanbul-Napoli

Sonunda yolculuk günümüz geldi. Saat 11:45 uçuşumuz icin Atatürk Havalimanı'na saat 09:00'da vardık. Business uçacak olmanın da keyfi ile bize özel check-in kontuarını bulduk ve bagajlarımızı teslim ettikten sonra çok zaman kaybetmeden geçmeyi hayal ettiğimiz hızlı pasaport kontrol noktasına geldiğimizde diğer tüm pasaport kontrol sıralarının boş olduğunu, business sınıf için ayrılan bölümde 8 kişinin beklediğini gördük. Cem Yılmaz'ın da kulaklarını çınlatarak diğer tarafa geçerek pasaport kontrolumuzu tamamladık. Soluğu doğrudan THY'nin yeni Lounge'unda aldık. Yeni açıldığını öğrendiğimiz alt katı ile müthiş bir hizmet sunan THY, buranın aynısını Moskova'da yapıyormuş. THY ile business uçmak daha uçağa binmeden başlayan keyifli bir tecrübe.

Neyse biz gelelim gezimize. Yaklaşık 1 saat 45 dakikalık bir yolculuk ardından yerel saat ile 13:00 gibi Napoli'ye indik (Türkiye italya'ya göre bir saat ileride). Pasaport kuyruğundaki 15 dakika gibi kısa bir bekleyiş ardından valizlerimizi de hemen aldık. Kiralık aracımızı teslim almak icin araç kiralama şirketlerinin ofislerini aramaya başladık. Öğrendik ki, tüm kiralık araç firmaları havalimanının 200-300 m karşısındaki genişçe bir park alanında yerleşik. Havalimanı önünden kalkan bir servis bizi eşyalarımız ile oraya götürdü.  Yan yana dizilmiş tanınmış araç kiralama servislerine ait kontuarların önünde sıra bekleyen insanların yanından geçerek, en sondaki, önünde kimselerin olmadığı Locauto Rent A Car kontuarına geldiğimde hem şaşırdım, hem sevindim.  Kontuardaki hoş bayanlara kendimi tanıtıp adıma rezerve ettirip onay aldığım iki aracı sorduğumda birisini "iptal ettiklerini", aynı kişi adına iki araç teslimi yapmalarının mümkün olmadığını İtalyan aksanlı ingilizcelerinden öğrendim. Ben de doğal olarak parasını ödediğim bu rezervasyonlardan birisini arkadaşlarımdan birisi adına alabileceğimizi belirttiğimde bunun mümkün olmadığını çünkü burada yer alan tüm firmaların sadece araç teslim operasyonlarını yaptıklarını, yeni bir sözlesme veya mevcut talimatta revizyon yapma yetkilerinin bulunmadığını öğrendim. Kısa süren şaşkınlığım ardından zaman kaybetmemek adına hemen Pegasus'un ilgili birimini aradım. Yarım saati bulmadan gelen, arkadaşım adına revize edilen yeni talep ile rahatlamıştık ki, bu sefer de Locauto firmasının kiralama politikaları nedeniyle başka bir kriz yasadık. Şöyle ki, standart sigorta teminatına dahil olarak araç başına 152 € kiralama bedeli ödemiş olmamıza rağmen adamlar bizden "aracın çalınması riskine" karşı her bir araç için kredi kartına 2.000 Euro bloke koyacaklarını, çünkü poliçede çalınma riskinde yüksek muafiyet olduğunu belirttiler. Bir sigortacıya bu yapılır mı? 15 yıllık sigortacı tecrübeme ilave olarak bu kez mağdur müşteriyi oynama fırsatını buldum. Kadere bakın! Kartımda bu kadar limit olmadığını yüksek sesle dile getirip ters yapınca 154 Euro tutarında aracın tüm çalınmasını da içerecek kasko yaptırmam kaydıyla bloke tutarını 1.100 Euro'ya indirebileceklerini belirttiler. Şaka gibi gelen bu teklif ardından yanı başımdaki diğer kiralama firması Europcar yetkilisinden bu bloke tutarın 400 Euro olduğunu öğrendim. Uzatmayayım sonunda benden 500 € bloke ve 158 € full sigorta ilavesi, arkadaşım Hakan'dan 2.000 € bloke ile araçlarımızı (ellerinde mevcut olan Seat ve Renault Clio) ancak bir saatlik bir mücadele sonunda teslim aldık. Aklınızda bulunsun Türkiye'deki herhangi bir acentenin internet sitesi aracılığı ile Napoli'den araç kiralarken ilgili şirketin sigorta içeriği, muafiyetleri ve kredi kartına konulacak bloke tutarları hakkında detay bilgi alın ve mümkünse kiralama tercihinizi tanınmış firmalardan yana kullanın.



Sorrento


Sorrento'ya doğru saat tam 15:22'de yola çıktık ve hemen bağlandığımız otoban için 2 € ödedik. 15-20 dk'lık otoban yolculuğu ardından çift yönlü SS 145 yoluna girerek "Amalfi Sahilleri" tabelasını takip ettik. Denizi sağımıza alarak çift yönlü sahil yolunda, kimi zaman bir otobüsün arkasına takılarak veya daralan dönemeçlerde karşıdakilerin geçmesini bekleyerek, kimi zaman da etkileyici manzara karşısında fotoğraf molası vererek saat 16:00 gibi parçalı bulutların ardından kaçamak bakışlarla gönlümüzü ısıtan güneşin eşliğinde yağmur sonrası mis gibi kokan Sorrento'ya vardık.


"Limon ve portakal kokulu şehir"



Sorrento, Amalfi kıyılarının en gelişmiş şehri. Tarihi özelliğinin yanında konumu itibariyle bölgenin önemli bir merkezi. Napoli körfezine yukarıdan bakan Sorrento'dan Vezüv Yanardağı'nı, Napoli'yi ve Capri Adası'nı görebiliyorsunuz. Turistik alişveriş için çeşit ve fiyat anlamında alternatiflerin en çok olduğu yer. İtalya'nın ünlü "limonçello"sunun kaynağının Amalfi Kıyıları olduğunu buralara gelince anladım. Sorrento'nun tüm caddelerinde ve tepelerinde portakal ve limon ağaçlarına rastlıyorsunuz, tam bir renk cümbüşü.

 

 
Sorrento kıyıya dik şekilde inen kayalıklar üzerinde konumlanmış ve denizden görünümü harika bir yer. Sorrento ile ilgili tarihi kaynaklara bakarken, diğer Amalfi kıyı kentleri gibi, burasının da Osmanlı donanmasından çok çekmiş olduğunu öğrendim. 1548 yılında Turgut ve Piyale Paşalar komutasındaki Osmanlı deniz gücü (batılı kaynaklara göre müslüman korsanlar) Sorrento'yu yağmalayıp 2.000 kadar kişiyi kaçırıp esir etmişler (16.yy daki Akdeniz'deki Osmanlıların etkinliği hakkında Özlem Kumrular'ın İslam Korkusu kitabını öneririm).

 
Nisan ayında gelmiş olmamız nedeniyle yüksek sezonun kalabalığının olmadığını ve araç parkı konusunda çok sorun yaşamayacağımızı görmek güzel oldu. Kalacağımız Continental Oteli deniz manzaralıydı ve Sorrento'nun merkezi olan Tasso Meydanı'na (Piazza Tasso) yürüyerek 4-5 dakika mesafesindeydi.
 
Zaten burada mesafeler hep yürüyüş menzilinde. Sorrento'nun en hareketli ve turistik yeri Eski Şehir (Old City) diye anılan tarihi merkez. Hafta sonu Paskalya Tatili nedeniyle Hz İsa'yı anma etkinlikleri kapsamında akşam düzenlenecek anma yürüyüşünün (precission) hazırlıklarını gördük. Daha önce Ayhan Sicimoğlu'nun bir İtalya gezisinde gördüğüm bu yürüyüşe katılanlar beyazlar içinde ve başlarına kukuleta giyerek ellerinde Hz İsa'nın çarmıha gerilmiş temsili, başına geçirilen dikenli tel gibi eşyaları taşıyarak yürüyorlardı. Kutsal Haftasonu (Holy Weekend) olarak adlandırılan paskalya öncesi İtalya'nın her yanında düzenlenen bu merasimin, sabaha karşı saat 03:00'de başlayacağı tüm ilanlarda belirtilmişti ama çok istememe rağmen günün yorgunluğu nedeniyle seslerini duyduğum bu geçit töreni için kafamı yastıktan kaldıramadım.


 


Eski şehrin ara sokaklarında tarih ve estetik kokan binalarını hayranlıkla seyrederken neşeli ve hareketli İtalyan dükkanlarından alışveriş yapmak çok keyifli. Özellikle kendi imalatları olan limonçello, çikolata gibi ürünleri her dükkanda tadabiliyorsunuz. İpin ucunu kaçırırsanız limonçello ve limonçellolu çikolatalar sayesinde çakır keyif olabilirsiniz.


 
Her zevke hitap eden turistik dükkanlarda estetik ve keyifli hediyelik bir şeyler bulabileceğiniz gibi tüm bunlar diğer turistik merkezlere göre daha hesaplı. Alışveriş dahil iki, üç saatte keşfettiğimiz Sorrento'nun merkezindeki Tasso Meydanı'ndaki kafeler dinlenmek için çok keyifli. Mutlaka bu meydanda yer alan Exelcior Oteli'nin bahçesideki denize bakan kafesini öneririm. 


 
Akşam 19:30'a doğru hava oldukça serinledi ve akşam yemeği icin turistik rehberlerde "top choice" olarak önerilen Tasso Meydanın'daki Aurora Light Restaurant'ı tercih ettik. Menüsü, isminden de belli olduğu gibi yeşillik ağırlıklı ve hafif. Travellers Guide'da kimler bunu önerdi bilemedim ama İtalya'ya gidiyorsanız adam gibi pizza, makarna veya et yenir. Zaten kapından çıkınca yan taraftaki bahçenin aynı firmanın klasik pizzeria kısmı oldugunu da gördük, yani Light değil, Öz Aurora :-). Tarihi bölgede çok sayıda şık ve turistik restaurant var ama bizim aradığımız trattoria tarzı daha bir geleneksel aile işletmesi tipi lokanta idi ama kısa zamanda bulma imkanımız olmadı.

 
Yemek sonrası Sorrento'nun mutlaka denenmesi gerekli lezzetlerinden dondurmacisi olarak belirtilen Gelattoria David'e uğradık. Gençlerin tercihi olan David turistlere yönelik dondurma yapım dersleri de veriyormuş. Babadan kalma aile işletmesi olan David'in portakalı ve limonlar dondurmasının tadına bakmanızı öneririm.

18 Nisan (2.gun)

Sabah kahvaltısı ardından araçlarımızı otelin otoparkında bırakarak Capri Adası'na gitmek üzere saat 08:15'de otelden çıktık. Deniz kenarinda yüksek kayalıklar üzerindeki otelimizden kıyıdaki limana ulaşmak için otelimize 300 m mesefadeki St Francesco Kilisesi'nin bahçesindeki asansörden yararlandık. Kişi başı 1,8 € ödeyerek gidiş-dönüş olarak aldığımız bilet ile kullandığımız bu asansör sayesinde limana 7-8 dakikada vardık. Gesca isimli firmanın her 20 dakikada bir seferi var ama 08:45 gidiş ve 15:45 dönüş seferleri hızlı feribot ile yapılmakta. Normal seferler icin gidiş-dönüş biletleri kişi başı 27 Euro iken hızlı feribot seferleri kişi başı 32 € tutuyor ama 25 dakikada Capri Adasındasınız.


 

Capri



Capri'de görülmesi gereken çok keyifli yerler olduğunu gezi öncesi incelemelerimde öğrenmiştim. Trekking için son derece elverişli bir rota olan Capri'de zamanımız kısıtlı olduğu için odağımızı iki temel noktaya, Capri ve Anacapri'ye çevirdik. Planımız şu şekilde idi: feribot inişi zaman kaybetmeden Grotta Azzurro'ya (Mavi Mağara) giden bir tekne turuna katılmak, sonra finiküler ile Capri merkeze gitmek, ardından Anacapri'ye geçmek ve son olarak liman bölgesini keşfetmek. Feribot inişi limanın hemen karşısındaki tur firmalarından Grotta Azzurro'ya giden tabelaya ilerledik. Kişi başı 17 € olan ve mutlaka görülmesi gereken bu mağaraya "denizin yükselmesi" nedeniyle girilmesinin mümkün olamayacağını öğrenince ciddi bir hayal kırıklığı yaşadık. Adanın en ünlü doğal hazinelerinden olan bu mağara 1826 yılında iki Alman kaşif tarafından keşfedilmiş. O tarihten beri giriş kısmı sürekli genişleyen bu mağaranın girişinin su seviyesinden yüksekliği sadece 1 m. Güneş ışığının yansıması ile içerideki suyun masmavi olduğu geniş mağaranın mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri olduğunu bilmenizi isterim. Biz göremedik, siz giderseniz mutlaka görünüz.


                                         Resim internetten alıntıdır.
Hemen belirteyim ki Capri tam bir turistik ve yüksek sosyetenin mekan tuttuğu, dünyaca ünlü markaların yan yana sıralı olduğu keyifli bir ada. Hanımlar için tüm lüks markaları ve koleksiyonları incelemek güzel bir tecrübe oldu ama fiyatlar tabi ki cok yüksek. Finiküler ile Capri merkeze 1/2 dakikalık bir yolculuk ile çıktık.


Kapıdan çıkınca hemen Umberto I meydanına varılıyor. Bu meydana çıkan 4-5 sokak var ve bunlardan V.Roma caddesi Anacapri'ye gidiyor. Meydanın doğu tarafına bakan sokaklardan birine daldık. Bu sevimli sokak bizi estetik, moda ve lüks dükkanların sıralandığı Via Emanuele sokağına çıkardı. Bu sokak üzerindeki butik otellerin albenisi çok yüksek ve insanın her birinde oturup birşeyler içesi geliyor.



Avrupa, Hollywood ve İtalyan sosyetesinin gözde mekanlarından olan bu adada cok güzel villalar da var. Elimdeki haritaya gore Belvedere denen yani "seyir terası" olan noktaya yürürken geçtiğimiz via Tuoro'da ilerlerken kendimi Heybeliada'da tepeye çıkıyormuş gibi hissettim. Yeşillikler arasında keyifli villaların önünden kuş sesleri içinde geçerken hangi Hollywood yıldızlarının hangi villada oturduklarını tahmim etmeye çalışıyorduk. Tırmanışın sonunda vardığımız nokta tek kelimeyle nefesimizi kesti. Bu noktadan görülen manzara adını hak eden bir yer; 'belvedere'.




Dönüşte meydandaki cafelerden birindeki yarım saatlik bir dinlenmeden sonra rotayı Anacapri'ye çevirdik. Bunun için otobüsleri tercih ettik. Kişi başı 0,8 € olan biletlerimizi alarak 10 dakikalık bir seyahat sonrası Anacapri'ye geldik.


Anacapri meydanı da küçük bir meydan ve yanıbaşında Mont Solaro'ya giden bir telesiyej var. Adanın en güzel manzarasini 600 m lik bu tepeden görebiliyorsunuz. İşin daha eğlenceli yanı ise buraya tek kişilik telesiyej ile çıkılması. Yaklaşık 12 dk süren bu yolculuk için Nisan ayında sıkı giyinmek bir avantajdı çünkü aşağıda terlik ve şort ile dolaşan cok sayıda genç turistin yukarıya çıkarken tir tir titrediğini gördüm. Diğer arkadaşlarımın tercih etmemesi nedeniyle tek başıma çıktığım bu noktada onları fazla bekletmemek adına sadece 15 dakika kaldım. Size mutlaka buraya çıkmanızı ve muhteşem manzaraya karşı sıcak bir şeyler içmenizi öneririm.
 




 

Capri'de görmek istediğim bir diğer nokta da Barbaros Hayreddin Paşa'ya karşı adanın savunulması için yapılan ancak onun tarafından ele geçirilen kale idi. Kalenin ismi de "Castle Barbarossa". Telesiyejden indikten sonra San Michel Müzesi'ne doğru 5 dk lik bir yürüyüş yapıp tepedeki kaleye çıkmak için bilgi almak istedim ancak yolun olmadığı bu kaleye çıkış için sadece perşembe günleri ve eğer talep olursa rehber eşliğinde tur yapıldığını öğrendim. Capri'ye uğrarsanız bu turu da öneririm çünkü eminim ki rehber bilmediğiniz ve br kısmı abartılı çok ilginç tarihi hikayeler anlatacaktır.

 
Yaklaşık bir saatlik tek başıma yaptığım keşif ardından alışveriş tercihini kullanan arkadaşlarımla meydanda buluşarak birşeyler atıştırdık ve ardından Capri Limanı'na döndük. Limanda özellikle görülecek bir şey yok ama yorgunluk çay ve kahvesi ile feribot saatine kadar dinlenmek iyi geldi.
 

Capri'den ayrılmadan önce adanın dört bir tarafında konumlanmış çok güzel seyir terasları olduğunu ve trekking anlamında müthiş imkanlar sunduğunu hatırlatmak isterim.

Praiano



Saat 16:00 gibi Sorrento'dan yola çıktık. Denizi sağımıza alarak uçurum kenarında yaptığımız yaklaşık yarım saatlik yolculuğumuz görsel şölen eşliğinde geçti. Positano'ya yaklaşırken kasabalar arası uçurumun kenarlarında çok sayıda aracın park etmiş olmasını önce paskalya kalabalığına bağladık ve bu yüzden merkezde park bulma imkanının olmadığı hissine kapıldık. Neyse ki biz geceyi Positano'da değil, 10 km ilerideki Praiano'da geçirmek üzere plan yapmıştık. Mesafenin yakın olması ve paskalya kalabalığı olduğu varsayımıyla doğrudan konaklayacağımız Praiano'ya gitmeye, otele yerleştikten sonra Positano'ya otobüsle gelmeye karar verdik. Akşam Positano'nun "paskalya kutlamaları" nedeniyle daha hareketli ve eğlenceli olacağı düşüncesi ağır bastı.


Oldukça sessiz ve beyaz evleri ile huzur dolu bir yer. Oteller de Positano'ya göre daha hesaplı. Otelimiz Tramonta D'ora (Altın Günbatımı) manzarası itibariyle harika. Bu arada belirtmeliyim ki, genel olarak oteller 4 yıldızlı olsa da konfor anlamında Türkiye'deki 3 yıldızlı oteller ayarındalar.  Bununla beraber tümünün personeli çok cana yakın ve kibar. Sabah kahvaltısını bu manzaraya karşı yapacak olmanın verdiği sevinçle istikameti Positano'ya gitmek üzere turuncu otobüse çevirdik.


Positano


Turuncu otobüsler ile kişi başı 2 € ödeyerek, önce Praiano'nun tepesindeki merkezine kıvrılarak giden dar yollara girdik, ardından da 15 dakikada Positano'ya vardık.  Otobüste tanıştığımız yaşlı bir hanım teyze ile İtalyanca konuşmaya gayet etmenin verdiği yakınlık ile Akdenizli olmanın tadını çıkardık. Bu teyze otobüsten inmeden önce sıkı sıkı Sponda durağında inmemizi tembihledi ve aksi takdirde Positano'nun merkezine kadar otobüsle gitmenin çok zaman kaybettireceğini belirtti. Dediğini yaparak indiğimiz duraktan aşağı doğru yani deniz kıyısına iner gibi ilerlemeye başladık. Bu esnada gördüğümüz Positano manzarası gezimiz sırasında aldığımız en güzel hazlardan birisiydi. Tablo gibi bir manzara. Saat 17:30 civarlarında akşam güneşinin vurduğu renkli Positano evlerinin tepelere yayılmış görüntüsü karşısında hemen fotoğraf makinelerini çıkardık. Estetik kaygısı ile tasarlanmış yapılar çok sade ama bir o kadar da neşeli. Tarihsel derinliği ve kültürü hissedip gözlerinizle içine dalabiliyorsunuz.



"Bu Positano nedir, neresidir?" diye araştırdığımda, burasının İtalya'daki 55 Yavaş şehrinden (Slow City, bkz: www.cittaslow.org) birisi olduğunu, "Positano Modası" diye bir kavramın burada geliştiğini, hatta bikininin Fransa'dan İtalya'ya gelişinin ilk Positano sayesinde olduğunu öğrendim. John Steinbeck 1953 yılında buraya geldiginde çok etkilenmiş ve döndüğünde basına verdiği bir demeçte şunları belirtmiş : "Positano insanı derinden etkiler. Oradayken gerçek olamayacak kadar rüya gibidir, oradan ayrılınca gerçekliği canınızı yakar".
Burada yapmanız gereken tek şey tüm sokaklarında dolaşmak, gözünüzü ve ruhunuzu doyurmaktır diyebilirim. Alışverişin çekiciliğine burada ben bile kapıldım. Renkli ve canlı dizaynların süslediği tasarımlar benim de dikkatimi çekti. Buranın Amalfi kıyılarının en pahalısı olduğunu hemen belirteyim.


 

Biz istikametimizi sahile yönlendirdik. Akşam sekizde başlayacak olan paskalya yürüyüşü için girişteki küçük kilisede toplananların hazırlıklarını ilgiyle izledikten sonra deniz kenarındaki katedrale yöneldik. Yol üzerinde yer alan "Palazzo Murat" lüks bir otel ve bahçesi harika. Murat ismini görünce atalarımız ile bir bağ olup olmadığını merak ettik. Öğrendik ki "murayi" diye okunurmuş ve bu kişinin gerçek ismi Joachim Murat olup esnaf bir adamın asker oğluymuş. Fransa'daki cumhuriyet döneminin getirdiği fırsat ile Napolyon'un desteğini almış. Napoli'nin Fransa tarafından atanan imparatoru olarak burada kendisine bir saray yaptırmış. İşte bugünün lüks oteli, Napolyon'un kız kardeşi ile evlenen Joachim Murat'ın eşi için yaptırdığı saraymış.

 


Deniz kenarına gelmeden önce tüm heybeti ile dikilen katedral akşamki törenler için şimdiden hareketli idi. Kısa bir inceleme ardından bir şeyler atıştırmak adına kıyıya indik. Kıyıdan kasabaya doğru baktığımızda görülen manzara bir başka güzeldi. Bir kaç güzel restaurant arasında yer alan Chez Black isimli restaurantı seçtik, kesinlikle öneririm. Hem daha sıcak bir ortam hem de yemeğimizin sonunda bekleyenlerden öğrendiğimiz kadarıyla buranın en tercih edileniymiş. Makarna ve pizzadan oluşan yemeğimiz çok başarılı idi.



 


 
 
Yemeğimiz ardından katedralde yapılan ayinden çıkan kalabalıkların ardına takıldık. Anma yürüyüşü sırasında sokak lambalarının çoğunun karartılmış olması dikkatimizi çekti. Bunun nedeni tutulan yasmış.

Positano'daki gezimize 22:37'deki otobüs saatine kadar devam ettik. Geceyi Praiona'daki otelimizde sonlandırdık.

3.gün
Bulutlu bir cumartesi sabahı havanın tüm gün nasıl olacağı konusunda fikir vermişti. Yine de manzaranın lezzeti kahvaltıdan aldığımız doyumu fazlasıyla arttırdı. Check out işlemi ardından istikametimizi, bu sahillere adını veren 13 km ilerideki Amalfi'ye çevirdik. Bu güzergah boyunca deniz kıyısında yüksek noktalara dikilmiş olan gözetleme kulelerinin sayısı, müslüman korsanlar sıfatının yakıştırıldığı Barbaros Hayrettin, Turgut ve Piyale Paşaların buralardaki toplum hafızasına nasıl yerleşmiş olduğu hakkında bir fikir veriyor insana.

Amalfi'ye tam girerken başlayan hafif yağmur ve rüzgarlı serin havaya rağmen buranın da tadını çıkarmaya kararlıydık.


Amalfi


 
Aracımızı belediyeye ait bir yeraltı otoparkına bıraktık. Ardından soluğumuzu buranın merkezi olan Piazza Del Duomo'da aldık.  Meydana çıkınca hemen solumuzda deniz kenarını, sağımızda ise Amalfi'nin içine doğru uzanan çarşı yolunu ve yanı başımızda ise bu sevimli meydana tepeden bakan katedrali gördük. İlk işimiz Sant Andrea Katedrali'ni ziyaret etmek oldu.
 
 
Görünüşü oldukça heybetli olan bu katedralde görülmesi gereken iki parçadan birisi Suriye'de yaptırılarak Amalfi'ye gönderilen tarihi bronz kapı ile Barbaros'un gemilerinden birine ait olduğu söylenen üstü işlemeli tahta bir gemi parçası. Rivayet o ki, 1558 yılında burayı yağmalamaya gelen Barbaros'u gören savunmasız halk katedrale sığınarak buranın koruyucusu Aziz Andrea'ya dua ederler. Bu sırada aniden başlayan fırtına sonucu Barbaros'un gemilerinden biri parçalanacak batar ve gemiler karaya çıkamazlar. İşte sergilenen bu parça da batan geminin kıyıya vuran parçasıdır. Benim gözümde bu parçayı orijinal kılan şey üzerindeki mitolojik kabartmalardı. Muhtemelen Osmanlı tersanelerindeki esirler tarafından yapılmış olsa gerek.
 


 
 



Katedralde geçirdiğim 15-20 dakikalık inceleme ardından Amalfi keşfimize devam ettik. Hemen belirteyim ki Amalfi'nin tarihi yapıları diğer merkezlerinki kadar cok değil. Nedeni ise 1343 yılındaki deprem neticesinde denize kayan kıyı kesimi imiş. Çok methedilen ama ilk bakışta oldukça küçük ve basit gelen Amalfi'nin iç kesmine doğru ilerleyerek çarşıya ulaştık. 200-300 m'lik kısa bir yürüyüş sonunda biten çarşının hemen ardından halkın yaşadığı evler ve minik marketler gözüme çarptı.



 Turistik kısmın sonuna geldigimizi düşünen arkadaşlarımın çarşıda alışverişi tercih edeceklerini düşünerek kahverengi 'valle della ferriere' ve 'paper museum' tabelasını takip etmeye başladım. Kağıt müzesi 150 m sonra hemen karşıma çıktı ama girmedim. Ne olduğunu bilmeden ama içimdeki sesin yönlendirdiği diğer tabela beni, evlerin arasından yüksege doğru tırmandıran muhteşem bir trekking yoluna çıkardı. Amalfi'nin tarihi merkezinden bir vadinin içine doğru tırmanarak kıvrılan bu yol bir doğa harikası. Kendinizi Doğu Karadeniz'de ama bir portakal denizi üzerinde tırmanıyor gibi hissediyorsunuz. Yukarı çıktıkça sayıları azalan köy evlerinin önündeki arnavut parkeli patikadan, sol yanımdaki portakal ağaçlarından oluşmuş portakal vadisi eşliğinde ve su sesleri içinde geçerek tırmanmak muhteşem bir tecrübe oldu. Terkedilmiş hissi veren evlerin önünden tırmanarak çıktığım bu yolun sonu hiç gelmeyecekmiş gibi olunca, geri dönerken geçireceğim zamanı da dikkate alarak, yola çıktıktan yarım saat sonra geri dönmeye karar verdim. Terden sırılsıklam olmuş bir halde yaklaşık 2,5 km tırmandığım bu güzergahın 3,2 km.lik bir mesafe olduğunu ve sonunda harika bir su kaynağının bulunduğunu sonradan öğrendim. Amalfi sahillerinde belirtilen iki trekking güzergahından birisi olan bu tecrübeyi yaşamanızı dilerim.




Dönüşte arkadaşlarımı meydanda bir cafede beni bekler buldum. Yanımda yedek bir atlet olmamasından dolayı eşimin ısrarı ile aldığımız bir Amalfi T-shirt kurtarıcım oldu. Ciddi bir sağanak yağışın habercisi olan kara bulutları görünce istikameti deniz kenarında gördüğümüz tarihi bir serazan kulesi olan restaurana çevirdik. Hem korunmak hem de hafif birşeyler atıştırmak icin girdiğimiz bu tarihi mekandaki restaurant Otel Luna (Albergo Luna)'ya ait. Kararmış gökyüzü ve denizdeki fırtınayı böyle bir tarihi gözetleme kulesinde tecrübe ederken gözlerim denizde Barbaros'un gemilerini aradı.



Yaklaşık bir saatlik dinlenme ardından, azalan yağmuru da bahane ederek, Ravello'ya doğru yola çıkmak üzere araçlarımıza ulaştık.


Ravello


Yağmurlu havada 20 dakikalık bir tırmanış ile, sisler içindeki  Ravello'ya 15:40 itibriyle vardık. Dragon Vadisi'ndeki (Valle del Dragone) 7 km lik bir tırmanış ile varılan Ravello, Amalfi kıyılarına tepeden bakan yeşillikler içinde sessiz ve romantik bir turistik merkez. Klasik müzik cenneti olan Ravello'da, mart ayından ekim sonuna kadar süren Klasik Müzik Festivali kapsamında haftada iki üç konser izlemeniz mümkün. Wagner, DH Lawrance, Virginia Wolf gibi bohem sanatçıların uzunca bir süre kaldığı huzur dolu bu merkezde yapacağınız uzun yürüyüşlerin tadına doyamayacaksınız. Sessizlik ve huzurun hüküm sürdüğü oksijen deposu Ravello, hele de klasik müzik sever biriyseniz, bulunmaz bir fırsat. Bizim şansımıza, ilk gün havanın soğuk ve yağışlı olmasının yanında hüküm süren yoğun sis, otelimizden deniz manzarasını görmemizi engelledi. Bu sevimli küçük turistik merkezin tüm sokaklarını dolaşırken gördüğümüz butik oteller harika olmakla beraber mevsim itibariyle boştu. Ravello'daki ilk günümüzü güzel bir akşam yemeğiyle tamamladık.

 
 


Ertesi sabah yani son günümüz olan pazar sabahına sissiz ama yine bulutlu bir havada güzel bir kahvaltı yaparak başladık. Saat 11:00 gibi yola çıkmayı planladığımız için kahvaltı ardından, sabahı  kendisini hissettirmeye başlayan yağmur öncesinde, kendimizi Ravello'nun masalımsı ve aristokrat sokaklarına attık. Klas butik ve tanınmış otellerin denize bakan bahçelerindeki manzara, pazar sabahının sessizliğindeki kuş sesleri ile birlikte insanın damarlarına huzur pompalıyor sanki.
 



 

Yeri gelmişken tekrar belirtmeliyim ki, Ravello kıyıya paralel dağların tepesinde, Amalfi'ye yüksekten bakan yeşillikler içinde bir yerleşim yeri. Klasik müzik festivallerine düzenli ev sahipliği yapan bu turistik merkezde Villa Rufolo ve Villa Cimbrone göze batıyor. Ücret ödenerek girilen Villa Rufolo 14.yy'dan kalma kulesi, muhteşem bahçeleri ile 1853'de Scott Neville Reid adında bir İskoç tarafından tasarlanmış. Bahçesinde, festivaller kapsamındaki klasik müzik konserlerin verildiği bu yer görülecek yerler arasında.

Villa Cimbrone ise 11. yy'dan kalma yapısı üzerine 20.yy'da restore edilmiş, bahçeleri ve terasındaki muhteşem manzarası ile görülmesi gereken diğer bir çekim noktası. Buraya da para ödeyerek giriyorsunuz (kişi başı 6 €). Zamanında Greta Garbo ve sevgilisi Leopold Stokowksi gözlerden uzak şekilde burada hasret gideriyorlarmış. Diğer ünlü ziyaretçileri arasında Winston Churchill, Virginia Woolf ve Salvador Dali gibi isimler de varmış.



 

Bahar ile birlikte düğünlere ev sahipliği yapan bu güzel yerleşim yerinin güzel manzaralı otellerinde bir gün geçirmenizi öneririm.

Napoli'ye dönüş
Bu keyifli gezimizi sonunda bitirdik ve 20 Nisan pazar sabahı 11:00 sularında Ravello'dan Napoli'ye yola çıkarak sonlandırdık. Bizler için güzel anılarla dolu olan bu güzergahı bir gün yapmak isterseniz, paylaştığım notlarımın yararlı olmasını dilerim.