Korfu Adası / Kerkyra (Yunanistan)
Haritaya baktığınızda bir deniz kızını andıran bu Ada'ya Yunanlılar “Kerkyra” demekte.
Kerkyra ismi, mitolojideki nehirlerin tanrıçası Asapos’un
kızı olan su perisi Kerykira’dan gelmekteymiş.
Yunanistan’ın batısında yer alan Ion
Denizi’nin ikinci büyük adası.
Mitolojideki Ithaka kralı Odysseus’un, Troya
Savaşı’ndan dönerken fırtınaya yakalanarak batan gemisinden Tanrıça Athena’nın
yardımıyla kazazede olarak çıkarak kurtulduğu ada.
İon Adaları’nın en yeşillerinden
birisi. Eylülden haziran ayına kadar olan dönemde seyrek ama şiddetli yağan yağmurlar
sayesinde binlerce zeytin ağacının toprağı halı gibi örttüğü bir “zümrüt”.
Stratejik konumu nedeniyle
devrinin büyük güçlerinin ilgi odağı olmuş ve bu nedenle
farklı egemenliklere ev sahipliği yapmış; Bizans, Vandallar, Latinler, Venedik,
Napolyon’un Fransası, İngiliz ve nihayet Yunanistan. Ancak adaya bugünkü ruhunu ve kimliğini kazandıranlar Venedikliler. (Osmanlılar tarafından iki defa kuşatılmış. Birisi Barbaros Hayrettin
Paşa tarafından 20.000 askerle 1537 yılında kuşatma. Paşa kuşatmada başarılı
olmamamış ama ada nüfusunun yarısını kuşatma ganimeti kapsamında köle olarak
yanında götürmüş. Diğeri ise 1716 yılında 30.000 kişilik kuvvetle yapılan
kuşatma. Adanın fethinde kararlı bu ordu, 11 Ağustos tarihinde, adanın koruyucu
azizi Spridon’un görüldüğüne inanılan gün, kuşatmayı aniden kaldırmış.)
Bu farklı egemenliklerin adaya
kazandırdığı tarihi zenginlik adanın mimarisinde kendisini göstermekte. UNESCO
Kültür Listesi’nde yer alan tarihi kent (Old City) enfes ve bana Malta ve Dubrovnik’i
anımsattı.
Yemek derseniz, Yunan ve Akdeniz
lezzetini barındıran çeşitliliği ile biz Türkler için kaçırılmayacak bir
zenginlik.
“Deniz ve kum” güzellemesi anlamında ise dünyanın incisi Ege
Denizi’nin bir ikizi.
Sonuç olarak “deniz, tarih,
lezzet” üçlemesinin en ideal noktalarından birisi, Korfu Adası. Şeker
Bayramı’nda yaptığım gezinin notlarını taze taze beğeninize sunuyorum.
24 Haziran Cumartesi : (Edirne –
Kavala)
Sınırda yaşayacağımız sıkıntıyı
bile bile, bayramın ilk günü sabah saat 07:00’de evden yola çıktık. Önceki sene
Halkidiki ve Parga’ya yaptığımız gezinin başlangıcında da benzer bir sınır
mağduriyetini, bayram dönemi olmamasına rağmen, Yunan gümrüğündeki iş
yavaşlatma eylemi nedeniyle yaşamıştık. Bu sefer bayram olmasının yaratacağı
sıkıntıyı bilerek ama önceki sene kadar olmayacağını tahmin ederek yola çıktık.
Saat 10:00’da İpsala sınır kapısına 4,5 km kala başlayan kuyruğa girdik ve
işkence başladı. Saat tam 17:34’de Türk tarafının kontrolünden geçerek 10
dakikada Yunan gümrüğünü aşarak Yunanistan’a adımımızı attık. Böylelikle önceki
senenin 7 saatlik bekleme rekorunu 34 dakika daha geliştirmiş olduk. Beklentilerin
ötesindeki bu gecikme nedeniyle rotada bir değişiklik yaparak geceyi Kavala’da geçirmeye
karar verdik. Sınıra 160 km mesafede olan Kavala’ya 1,5 saatte geldik ve geceyi
şehir merkezindeki Oceanis Oteli’nde geçirmek üzere yerleştik. Hemen ardından
akşam yemeği için liman tarafındaki restoranlara giderek Todori’nin
restoranında bir şeyler yedik. Ardından eski Kavala’nın olduğu Kale tarafına
çıkarak Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı selemlayarak Kavala’yı kuşbaşı seyrettik.
İlk günden akılda kalanlar:
Yunan restoranlarında porsiyonlar
büyük, başlangıç olarak verilen mezeler bile bizim tarafa göre büyükçe. Bu
yüzden sipariş verirken abartmayın. Kavala’da liman tarafındaki restoranların
ızgara kalamar veya midyeleri vasat. Benim favorim feta peynirli Yunan
salatası, caciki ve bira.
25 Haziran Pazar: (Kavala –
Igumenitsa)
08:15’de otelden çıktık. Yol çok
keyifliydi ve kalabalık yoktu. Bir kaç tanıdık plakayı Selanik ayrımından sonra
görmedik. Saat 13:00’de Igumenitsa’ya vardık.
Önce şehir merkezinde bir şeyler
atıştırdık. Ardından feribota binmek üzere 5 dakika mesafedeki limana vardık.
Corfu Lines’dan gidiş dönüş olarak aldığımız bilete, araba ve 2 yolcu için
(çocuktan almadılar) 98 Avro ödedik. 14:30’da kalkan ve 1 saat 50 dakika süren
yolculuktan sonra Korfu’ya saat 16:30 gibi indik.
Korfu:
Eski Limana bakan otelimize yerleştik “City Marina”. Otelin konumu harika ama denize bakan tarafta balkonlu kısımda kalmanızı öneririm. İki gece kalmayı planladığımız otelde, zorunlu olarak tek gece kalacak olmamızdan dolayı, hemen soluğu dışarıda aldık. Yakıcı güneşin altında hem serinlemek hem de keşif planı yapmak için, yol üzerinde gördüğümüz ve otelimize 400 m mesafedeki surların üzerinde yer alan muhteşem manzaralı Antranik Cafe’ye gitmeye karar verdik. Püfür püfür esen tatlı esintinin yarattığı rahatlama ile içeceklerimizi yudumlarken akşam yemeyi için otelimizin önerisi olan Venetian Well’i haritadan araştırmaya koyuldum.
Eski Limana bakan otelimize yerleştik “City Marina”. Otelin konumu harika ama denize bakan tarafta balkonlu kısımda kalmanızı öneririm. İki gece kalmayı planladığımız otelde, zorunlu olarak tek gece kalacak olmamızdan dolayı, hemen soluğu dışarıda aldık. Yakıcı güneşin altında hem serinlemek hem de keşif planı yapmak için, yol üzerinde gördüğümüz ve otelimize 400 m mesafedeki surların üzerinde yer alan muhteşem manzaralı Antranik Cafe’ye gitmeye karar verdik. Püfür püfür esen tatlı esintinin yarattığı rahatlama ile içeceklerimizi yudumlarken akşam yemeyi için otelimizin önerisi olan Venetian Well’i haritadan araştırmaya koyuldum.
Bu arada Zeynep’in bütün yol
boyunca süren “ne zaman tatil başlayacak? ne zaman denize gireceğiz?”
serzeniştlerini bitirebilmek için anne-kız, kafeye az ilerideki surların
dibinden suya girdiler.
Hanımların serinlemeleri ardından
tarihi şehri (Old City) keşfetmek adına otelin arkasındaki sokaklara, tarihin
içine bir yolculuğa başladık. Çocuk puseti ile merdiveni bol ara sokaklar sabır
ve fiziki güç gerektirmekte. Haliyle havanın da sıcaklığı ile su içinde kaldım.
Dar sokakların bulunduğu bu tarihi kesimde İtalyan üslubu her şeyi ile kendini
hissettirmekte. Gözünüzü bağlasalar ve nerede olduğunuzu sorsalar doğrudan
alacağınız yanıtın “İtalya” olduğunu garanti edebilirim. Dar sokakları ve
pastel renkleri ile Venedik döneminin izlerini ortaya koyan Korfu’nun bu tarihi
bölgesi eski ihtişamından uzak olsa da ayrı bir estetik ve kendine has bir
Korfu havası içermekte.
Akşam yemeği için önerilen
Venetian Well’in kapalı olduğunu görmek ilk başta hayal kırıklığı yarattı ama
diğer taraftan da rüzgarı hiç almayan tarihi binaların arasında gizlenmiş bu
mekanı başka bir zamanda tecrübe etmek düşüncesi mantıklı geldi.
Sonuçta en iyi
tercihin akşam üzeri gittiğimiz muhteşem manzarası ile Antranik olduğuna karar
verdik. Son derece keyifli bir manzaraya karşı hem karnımızı hem de ruhumuzu
doyurduk.
İkinci günden akılda kalanlar:
Korfu’ya geldiğinizde Antranik Cafe’de mutlaka güneşi batırın.
26 Haziran Pazartesi:
Güne erken başladık. Kahvaltıyı
otelin -1. Katında penceresiz ortamda yapmayı istemediğimiz için dışarıda bir
yer bulmaya karar verdik. Otellerin dışında kahvaltı verecek yerlerin pek
olmadığını tahmin etmekle birlikte yine de şansımızı denemeye karar verdik.
Aklıma aile lokantası gibi açık bir yer aramak geldi. Önceki gece yemek
yediğimiz Antranik Cafe’nin karşısında yer alan küçük sevimli lokantada
şansımızı denemek istedik. Dükkanı yeni açmış gibi bir durum olsa da kapının
önünde bizi selamlayan hanım ile sohbete başlayınca istediğimiz şekilde kahvaltı
hazırlayabileceklerini söyledi. İsminin Uranina olduğunu öğrendiğimiz güler
yüzlü bayanın hazırlattığı mükellef kahvaltı sonrası onların sabah sabah yemeye
alışık olmadığı bir zenginlikte idi. Ama bu sefer tümünü, ufak bir parçayı dahi
ziyan etmeden bitirdik. Belirtmeliyim ki zeytinleri enfes. Bu sevimli yerin
ismi “Mouragia” yani “duvar” anlamına gelmekteymiş. Geleneksel Yunan lezzetleri
ideal bir nokta olabilecek bu lokantadaki lezzetlerin şefi de, Dünya Aşçılar
Birliği üyesi de olan George Armeniakos isimli Korfulu bir şefmiş. Akşam
yemeğini tatmak kısmet olmadı.
Kahvaltımızın ardından, otele giderek
check-out işlemini yaparak eşyaları arabamıza yerleştirdik. Ancak ciddi bir
park sorunu olan Ada’nın merkezini en hızlı şekilde keşfetmenin yolu olarak
“Hopp On, Hopp Off” konseptindeki turistik gezi otobüsleri ile gezmek olduğuna
karar verdik. Bunun için de ilk olarak yakınımızdaki Old Fortress olarak
bilinen eski kaleyi hedefledik. Başlangıç durağı hemen önündeki otobüs durağı
olan Old Fortress Unesco Kültür Mirası Listesi’nde yer alan etkileyici bir kale.
Bizans döneminden kalan bu eski kale, zaman içinde Venediklilerin egemenliği
sırasında, Osmanlılara karşı güçlendirilmiş.
Bileti aldıktan sonra iç surlara
geçiliyor.
İç sur girişinde ufakça bir
Bizans Eserleri sergisi var.
Bu kale de, daha önce Malta ve
Rodos’ta gördüğüm surlar gibi heybetli. Tepedeki haç işaretinin olduğu nokta
hedefim. Ancak çocuk puseti ile oraya çıkmak mümkün olmadığı gibi Zeyno’yu da
sırtımda bu sıcağın altında çıkarmak istemedim.
Kaldı ki “deniz, deniz” diye sayıklamaya başlayan küçümeni, annesi ile
birlikte bir cafeye yerleştirip zirveye ulaşmayı planladım. Bu sırada surların
içinde ilerlerken önünden geçtiğimiz yüksek binanın içinden gelen tatlı bir
müzik sesi üzerine burasının Ada’nın konservatuvarı olduğunu öğrendik. Zaten
gezimiz sonunda Batı Avrupa etkisinin Yunanistan’da en çok hissedildiği yerin
burası, yani Yunanistan’ın Avrupa’ya en yakın noktası olduğuna kanaat getirdik.
Binayı geçince genişçe bir alana
vardık ve sağ tarafta surlara doğru yukarıya çıkan yol ile sol tarafta denize
inen yolu gördük. Corfu Sailing Club yazısını görünce denize inen sol taraftaki
yolu takip ettik. Bu tarihi yolun eskiden denizden gelen kuvvetlerin kaleye
çıkış noktası olduğunu görmek heyecan verici, tabi ilgilisine. İndiğimiz
yerdeki manzara harikaydı. Birkaç Korfulu’nun surlar dibindeki bu sakin yeri
yüzmek için seçmiş olmasına şaşırmamak gerek. Hem Korfu merkezinin manzarası
hem de suyun berraklığı ve etrafın sakinliği çok keyifli. Merkezde kalacak
olsak kesinlikle denize girmek için bu noktayı seçerdim. Bu arada hemen
solumuzda da Corfu Sailing Club’ı da görmüş olduk. Bizimkileri hemen buraya
bırakıp ben kalenin zirvesinde çıkmak için topukladım.
RESİM
5-6 dakikalık bir tırmanış
sonrasında ödülüm karşımdaydı;
Manzara muhteşem. Kesinlikle burada güneşi batırmak
gerek ama bana kısmet olmadı. Umarım başka sefere...
Tepeden engin İon Denizi’ne bakarken, tatlı bir esinti eşliğinde ciğerlerime çektiğim taze deniz havasının sarhoşluğunda geçmişe daldım. Kızıl Sakal’ın (Barbaros) kuşatması, korsanlar, Venedik Filosu, Napolyon’un
ordusu vs. Bulunduğum noktada kaç asker neler düşünüyordu, bu hayal ettiklerim
karşısında kim bilir!
Belli bir süre sonra tepedeki güneş, aşağıda beni bekleyenler olduğunu hatırlatırcasına etkisini hissettirmeye başlayınca gerçek dünyaya dönerek istikameti aşağıya çevirdim.
Bu doyurucu zirvenin ardından geldiğim Sailing Club'ta, tatlı bir gölgenin altında dondurmalarını yiyerek serinleyen anne-kız keyfine, limonlu çay siparişi ile eşlik ederek hararetimi giderme imkanı buldum. Eşim ile yaptığımız değerlendirmede öğleden sonraki süreyi arabamızla değil, turistik gezi otobüsleri ile gezmenin hem şehrin ana noktalarını tanımak ve hikayelerini dinlemek hem de zaman daha verimli değerlendirmek anlamında etkin olacağına karar verdik. Ve istikameti Hop On Hop Off turlarının ilk durak noktası olan kale girişine çevirdik.
Ada’da
iki tur firması var. Birisi uluslararası bir firma olan “Hop On, Hop Off”
firması diğeri de Corfu Lines. Şansımıza, bizi bekleyen Corfu Lines otobüsüne
bindik. Kişi başı 15 Euro ödedik (Zeyno için bilete gerek olmadığını söylediler).
İlk güzergahımız yeni
kale (New Fortress) üzerinden tarihi şehrin içinden geçerek havalimanı
yanındaki Kanoni oldu.
New Fortress:
Venedikliler tarafından yapılmış. Yapımında 2000 kadar ev yıkılmış ve yıkılan
bu evlerin molozları kalenin yapımında kullanılmış. Kale surlarının etrafında
giderken surlar üzerinde Venediklilerin Aslanlı Amblemi dikkat çekiyor. Bugün
Venedik San Marco meydanındaki Aziz Marc ve Aslan'ın amblemiymiş. Kalenin hemen
ardında sebze meyve pazarı var. Batılı turistler için enteresan gelen bu pazar
bizim gibiler için sıradan.
Kanoni:
Tarihi merkezin dışında ve havalimanı yanında keyifli bir dinlenme ve gezi noktası. Otobüsten inince
karşınıza çıkan iki kafenin manzarası harika (Royal Boutique Cafe ve Cafe
Kanoni).
Manzaraya
karşı bir şeyler içerken yanı başınızdaki havalimanına inen ve kalkan uçakları
seyretmek ilginç. Bu arada hemen karşınızdaki küçük adadaki Vlacherna Manastırı
yürüyüş mesafesinde. Korfu'ya geldiğinizde buraya gelip bir şeyler içerek
serinlemenizi öneririm.
Kanoni'de
geçirdiğimiz 1,5 saatlik dinlenme ardından bir sonraki otobüse binerek tekrar
merkeze, eski limana vardık. Saatin 15:30 olması nedeniyle ve zaman
anlamında esnek olmak açısından, kendi aracımızla Achilleion Sarayı'na ulaşmaya
karar verdik.
Burası
müze olarak kullanılmakta olup 1890 yılında Sissy olarak anılan Avusturya
Prensesi tarafından yaptırılmış bir saray.
Yazlık saray olarak inşa edilmiş ama
talihsiz kadın bu yazlık sarayı, 1898 yılında uğradığı suikaste kadar çok ender
ziyaret edebilmiş. Merhume mitolojiye ve eski Yunan efsanelerine duyduğu ilgi
nedeniyle bu sarayı da hayranı olduğu Achilles'e adamış ( hani şu aşil tendonunun ismini aldığı kahraman. Diğer bir
hatırlatmayla Troy / Truva filmindeki Brad Pitt’in oynadığı güçlü savaşçı).
Sarayın enfes manzaralı terasında Yunan panteonundaki Tanrı ve Tanrıçaların
heykellerini görebilirsiniz.
Korfu’ya
kadar gelmişken burayı da görmenizi öneririm. Bu arada sarayın önündeki yolun
ilerisindeki manzaralı kafeler soluklanmak için ideal noktalar.
Sarayda
işimiz bitince daha fazla gecikmemek adına rotamızı akşam kalacağımız yer olan
15 dakika mesafedeki Dassia’ya çevirdik.
Dassia:
Korfu'nun 13 km kuzeyinde olan ve doğrudan Arnavutluk'u gören turistik bir
belde. Keyifli sahili boyunca çok sayıda irili ufaklı konaklama yerleri mevcut.
Gelmeden önce yaptığım incelemelerde burası Hakkında çok olumlu şeyler okuduğum
için burada bir gece kalmaya karar vermiştik. Kalacağımız yer olan
Efi&Sophia yeşillikler içinde sessiz ve kıyıya 150 m mesafede olan bir
tesis.
Yerleştikten
hemen sonra Zeyno'nun hasretini gidermek için plaja indik. Suyu güzel ve az
dalgalıydı.
Yarım
saat kadar serinledikten ve Zeyno'nun gazını aldıktan sonra akşam yemeği için
planlamalara giriştik.
Burada
Etrusco isminde sadece Korfu'da değil Yunanistan'da da çok meşhur olan bir
restaurant ismi öğrendim. Web sayfasını incelediğimde ödüllü bu restoran için
ön rezervasyon gerekliliğini gördük. Füzyon mutfağına mesafeli oluşum nedeniyle
geleneksel Yunan alternatiflere odaklandık. Squirrel isimli geleneksel aile
işletmesi restoranı öneririm. Navigasyon sayesinde kolaylıkla bulunan bu küçük
aile işletmesini dışarıdan görsem aile lokantası demezdim ve girmeyi bile
aklımdan geçirmezdim ama rezervasyon olmadığı için geri dönmek zorunda kalınca
ve yapılan değerlendirmeleri okuyunca keyifli bir tecrübeyi kaçırdığımızı
anladım. Giderseniz benim için de deneyin lütfen.
Biz
de rotamızı Dassia merkezdeki diğer popüler restoran olan Alexandros'a
çevirdik.
Keyifli
bir yemek sonrası cırcır böcekleri eşliğinde yıldızları seyretmek için
geceleyeceğimiz evimize döndük.
Bu arada ilginç bir bilgi vereyim. Korfu
merkezde hiç sivrisinek sorunu yaşamazken Korfu dışındaki ilk gecemizde
sivrisinek saldırısına maruz kaldık. Asil ve tatlı kanıma ortak olan sivrilerle
mücadelede çok başarılı olamadığımı sabahın ilerleyen saatlerinde bacaklarımda
izlerden anladım. Korfu merkezde sivri olmamasının en önemli nedeninin
kırlangıçlar olduğunu öğrendim. Sabah ve gündüz hiç uyumadan sürekli öten ve
beni de uyutmayan bu sevimli kuşlar meğerse bizlerin rahat uyuması için fazla
mesai yapıyormuş.
27
Haziran Salı: sabah Zeyno ile erken başlayan günümüze kahvaltı yapacak bir yer
arayarak başladık. Bizdeki gibi bir kahvaltı kültürü olmadığı gibi tatil yöresinde
kahvaltı imkanı bulacağınız tek alternatif otellerin kendisi. Bunun için biz de deniz manzaralı bir yer arayışına girdik. Bulduğumuz yerde ne tür kahvaltı
istediğimizi sipariş ederken garson Kostas'ın suratındaki "hepsi sadece
size mi?" ifadesini keyifle hatırlayacağım. Ne de olsa büyüklerimizin
dediği gibi kahvaltıyı sultanlar gibi,
akşam yemeğini gariban gibi yapmak lazım. Bu arada hemen belirteyim ki
Yunanistan ana karasında veya adalarında yediğimiz tüm ekmekler çok leziz.
Tereyağı ve bal eşliğinde bir ekmek rahatlıkla gider. Marketlerde poşette
satılan ekmekler bile açık ara fark atar lezzet anlamında.
Palaikostritsa:
Saat
10:30 gibi yine düştük yollara. Bu sefer adanın orta batı kıyılarına,
Palaikostritsa'ya çevirdik rotayı. Ada'nın en çok methedilen denizinin,
kumsalının olduğu söylenen popüler bölgelerden. Aracımızla merkeze saat
11:00 civarında geldiğimizde çok sayıda turist otobüsü ve kiralık araç ile
dolu otopark gördük. Kalabalıktan hoşlanmadığım için şansımızı etrafta
bulabilmeyi umduğumuz ıssız koylarda aramak istedik. Güneye doğru bir 2-3
dakika gitmiştik ki Akrotiri Beach tabelasını gördük ve hemen içeri doğru
daldık. Aracımızı park ettikten sonra deniz kenarında birbirine komşu iki beach
bardan Poseidon'u seçtik. Diğeri ise Akron Beach bar.
Yerleşip
serinledikten sonra bizimkiler denize girdiler. Denizi gerçekten temiz ve
serin. Zeynep annesi ile öğle güneşinin altında suda serinlerken ben gezi
notlarımı toparlamakla meşguldüm.
Burada yapılacak en keyifli aksiyonlardan
birisi tekne kiralayarak etraftaki koylara gitmek. Ya da tekne taksi ile, kişi
başı 25 € ödeyerek (Zeynep için ücret almadılar), hem beş adet koy görüp
hem de belirteceğiniz saatte sizi almaları üzere seçeceğiniz bir koya
bırakmalarını isteyebilirsiniz. Biz hem tüm koyları görelim hem de onların
önerisi ile Paradise (cennet) koyunda yüzelim istedik.
Su
gerçekten harikaydı, Ada'da girdiğim en güzel iki yerden birisiydi. Saat
17:00'de, tam dediğimiz saatte gelen tekne ile Poseidon Bar'a geri döndük. Bu
arada bizi ilk götüren teknenin genç kaptanı buraya yakın kendi köyü olan “Lakones
Köyü”nden bahsetmişti. Muhteşem manzarasını ve Yunanistan'da meşhur
dondurmalarını ballandıra ballandıra anlatınca rotayı Lakones'e çevirmeye karar
verdik. Yaklaşık 10 dakikalık bir tırmanış ardından bu sevimli köye geldik.
Lakones
Köyü, muhteşem Palaikostritsa sahilini tepeden gören enfes bir yer, hele ki
meşhur kafe manzarası ve lezzetleri eşliğinde. Kendi el yapımı çikolata ve
dondurmaları ile midenizi, muhteşem manzarası ile ruhunuzu ve hoş dekorasyonu ile de bedeninizi
dinlendirebilirsiniz.
Bu
arada tatlı üzerine kahvenizi sakın burada içmeyin, onun yerine üç dakikalık
yürüyüş mesafesindeki köy kahvesine gidin ve geleneksel ANADOLU kahvenizi
burada için.
Lakones
Köyü benim aklımda kalan üç yerden birisi burası oldu. Burayı mutlaka görün
diyorum.
Bu
keyifli günün ardından yeni kalacağımız yer olan, Ada’nın kuzey doğusuna yakın
Almiros sahilindeki Villa Katerina’ya doğru yola çıktık. Yaklaşık 50 dakika
süren yolculuğumuz esnasında keyifli köyler ve manzaralar görebildik. Her ne
kadar Hülya tek yerde konaklama taraftarı olsa da, ilk kez geldiğimiz bu tür
büyük yerlerde tek yerde konaklamanın ciddi fırsatların kaçmasına neden
olduğuna inanmaktayım. Bunu Rodos’ta tecrübe etmiştim. Her yerin güneşinin
doğuşu ve batışı farklıdır. Toprak ve bitki örtüsü, ortamın aroması bile anın
değerini, anlamını etkiler. O yüzden tatillerde güneşi aynı yerde bir kereden
fazla batırmak taraftarı değilim.
Neyse
gelelim Villa Katerina’ya. Denize 100 m mesafede yeşillikler içinde müstakil
bir ev, tam benlik. Akşam üzeri 20:15 gibi vardığımız konaklama yerimizi
gördüğümde aklıma gelen ilk şey gece yıldızları çıplak gözle seyretmek oldu.
Muhteşem bir sessizlik. Etrafta 8 adet turistik amaçla villa haline
döndürülmüş, hatta havuzu bile olan konutlar var. Denize doğru yaklaştığınızda
Liberty’s Tavern bizim ev sahibemiz Maria’nın abisine aitmiş. Buralarda insanlar
sahip oldukları konutları ve arazileri estetik bir şekilde güzelleştirip
turistlere konaklama imkanı sağlamaktalar. Ada’da yaşayanların en büyük gelir imkanı
turizm olduğu için bu keyifli ortamdan yararlanmak da turistlere kalıyor.
Anahtarı
üzerinde bulduğum evimize girdiğimizde son derece keyifle döşenmiş ve temel
ihtiyacınıza yönelik her imkanın olduğunu gördüğüm bir zevk ile karşılaştık.
Ortamın tadını çıkartırken Maria ve eşi geldiler. Etraftaki zeytin ağaçlarından
bahsederken konu sarımsak ve zeytin yağından açıldı. Bir saat sonra tekrar
kapıdan uğradıklarında bir pet şişeye konulmuş zeytinyağı, sarımsak ve sabah
kahvaltısı için bahçelerinden topladıkları domates ve salatalıkları görünce
buraya yerleşmeye karar verdim. (tabi Hülya’nın protestolu bakışları arasındaJ).
Akşam
yemeği için, çok yorgun olduğumuzdan, doğrudan Liberty’s Tavern’e gitmeye karar
verdik. Tam bir “akraba ziyaretine gitmiş misafirler” havasında güneşi
batırırken musakka, yunan salatası ve köfte eşliğinde akşam yemeğimizi
afiyetler yedik.
Akşam
yemeği sonrası ağaçlar ve yeşillikler içinde gece eve yürürken “zifiri
karanlık”ın ne demek olduğunu anımsayarak çocukluğuma geri döndüm. Yıldızlar
dışında hiç bir ışığın olmadığı bu sessiz doğal ortam bana “büyük şehirdeki
yaşantımın gözlerim dışındaki diğer duyu organlarımı körleştirdiğini”
anımsattı. Neyse bu başka bir yazımın konusu olsun.
Keyifli
ve dolu dolu geçen 27 Haziran günü anılarımdaki yerini aldıJ
28
Haziran Çarşamba:
Dünün
yorgunluğu ile olsa gerek Zeynep bizi saat 07:45’de kaldırdı. 08:30’da
merkezdeki süpermarketi bulup taze ekmek, peynir gibi Maria’nın verdiği
sebzelere eşlik edecek kahvaltılık bir şeyler aldım. Marketteki müşterilerin
çoğu Rusça, Bulgarca veya Sırpça konuşmaktaydı. Bana nereden geldiğimi soran
kasiyer hanıma, her zaman ki gibi “sen ne düşünüyorsun?” diye karşılık
verdiğimde İtalyan veya İspanyol olabileceğimi söyledi. Sakallı halimin bunu
tetiklediğini düşünerek Türkiye’den geldiğimi söyleyince önce bir şaşkınlık ve
ardından siyasi değerlendirmeler gündeme geldi. 2-3 sene önce geldiğimde Türk
dizilerinden bahsederken şimdi herkesin siyasi gelişmeleri takip ettiğini
görmek ilginç oldu.
Neyse
kahvaltı ardından saat 11:30’da yeni bir meceraya atılmak üzere çıktık. Güneşin
tepemizde olması nedeniyle denize gitmek yerine köy gezmeye karar verdik.
Kaldığımız yere yakın olan ve görülmesi önerilen Peritrea Köyü’ne doğru yola
çıktık.
Pantokrator Dağı’nın eteklerinde yer alan ve biraz içeride kalan bu
tarihi köyün geçmişinin Bizans zamanına kadar gittiğini öğrendik. Kahvede
gördüğüm bir kitaptan öğrendiğim kadarıyla 1347 yılında kurulmuş bir köy.
İçinde 7 adet kilise bulunan tipik dindar bir köymüş.
Köyde yaşayan insan sayısı,
eski zamanlardaki gibi çok değil. Taş yapılı ama kimisi harabe kimisi satılık kimisi de onarılmış evler mevcut.
Bu
arada buraya Ada’nın farklı merkezlerinde kalan turistler için düzenlenen turlar
var. Köyün girişindeki kiralık araç, otobüs ve ayrıca grup şeklinde gelen
ATV’lerden anlaşılmakta.
Bu
arada ilgimi çeken konu bu köyde bal üreticisi olduğunu öğrenmem oldu.
Hayatımda yediğim en güzel balları Artvin’de Macahel’den ve geçen sene
arkadaşım Tevfik’in önerisi ile Yunanistan’da Halkidiki’deki bir köyden
almıştım. Şimdi de İon Denizi havası ve Pantakrator Dağı eteklerindeki tarihi
bu köyün balını da tatmak istedim. Bu amaçla, balı methedilen adamı bulmak için
yoğun dut ağaçlarının altından geçerek köyün sonundaki kovanlarla dolu
bahçesine gittim. Yaklaşık bir 10 dakika yürüdüm ama ıssız ve sıcağın altında
yoğun bir yeşillik ve otlarla sarılı patikadan geçerken endişelenmedim değil.
Nitekim balı aldıktan sonra serinlemek için bizimkilerin yanına gittiğim cafede
burasıyla ilgili bulduğum kitapta okuduğum bilgiler bu endişemi haklı çıkardı.
Temmuz ve ağustos aylarında buralarda trekking yaparken, yılan ve akreplere
karşı bot ve mümkünse bacaklarınızı açıkta bırakmayan pantolon giyilmesi
önerilmekteydi.
Neyse
gelelim balcı arkadaşa. İsminin Vangelis olduğunu öğrendiğim arkadaştan karışık
çiçek / çam balı istedim. Enfes bir tadı vardı, hem şifa hem kahvaltılık.
Kestane balı şifa niyetine yenen acı bal olduğu için almadım. 1 kg balı 15
€’ya, 1 minik kutu arı sütünü de 25 €’ya satın aldım.
Bu
köydeki ziyaretimiz ardından Ada’nın kuzey doğusundaki deniz kenarında
konumlanmış olan Kassiopi’ye doğru yola koyulduk. İlk olarak arabamız ile bir
tur attık ve bir koyda konumlanmış olan bu popüler köyün arkasında yer alan
Bataria Beach’e ulaştık. Gözümüze çarpan minik koyun girişinde aracımızı
bırakarak kendimizi buz gibi berrak sulara
bıraktık. Çakıl taşlı plaj ve suları her zaman daha çok sevmişimdir.
Buranın suyu da o anlamda çok kaliteliydi.
Kesinlikle öneririm.
Bu keyifli Kassiopi köyünün diğer koyu ise Avlaki Koyu. Yemek ardından eşim ve kızım alışveriş için dükkanları dolaşırken ben de 16:40 itibariyle yandaki Avlaki Koyu’nu keşfetmeye yöneldim. Araba ile 4 dakikada gidilmekte.
Avlaki
sahili daha geniş ve suyu Bataria sahili aynı güzellikte. Demirlemiş birkaç tekne dışında
buranın sakinliği ve kalabalık olmayışı dikkatimi çekti. Hemen eşimi arayıp
burada yüzmeyi önerdim ama alışverişin büyüsünde olan eşim “geç olacağı”
açıklaması ile sonraya bıraktı ve tabi yoğun program kapsamında tekrar gelmek
kısmet olmadı. Burayı da kesinlikle öneririm.
Deniz
keyfimizi bitirdikten sonra tekrar son gecemizi geçireceğimiz Villa Katerina’ya
geri döndük.
29
Haziran Perşembe:
Sabah kahvaltımızı verandada yaptıktan sonra 12:00’ya kadar
keyif yaparak pinekledik. Eşyalarımızı topladıktan sonra önce kuzey batıdaki
Sidari’ye gidip denize gitmeyi ve ardından gece kalacağımız Ada’nın orta
kısmında yer alan Ermones tarafına doğru gitmeyi planladık.
Sidari:
Burasının da denizi çok güzel, öneririm. Tesis zenginliği anlamında süper
olmasa da Canal D’amour (Aşk Kanalı) Plajı kumlu plajı ile çocuklu aileler için
güzel bir tercih. Burayı da görmenizi öneririm.
Güneşin çok tepede olmasından
dolayı girmemeyi tercih ettim. Onun yerine gece haritayı incelerken gördüğüm Porta
Timoni’yi gözüme gezdirdim.
Porto
Timoni:
50
dakikalık bir araba yolcuğu ile tırmanarak geldiğimiz Porto Timoni son derece
ilginç bir yer. Araç ile bir yere kadar gelebildik. Tepeden aşağıdaki muhteşem
manzaraya bakarken anladım ki araba ile koya gitmenize imkan yok. 500 m’lik bir
patikadan aşağı inmeniz ve ardından çıkmanız gerekmekte. Gerek Zeyno’nun uyuyor
olması ve gerekse eşimin de bu uzun eğimli patikayı Zeyno ile gitmek istememesi
üzerine tüm ısrarlarıma rağmen bu doğa harikasını tecrübe edemedim. İki doğal
koyun sırt sırta vermiş hali olan bu güzelliği umarım başka bir seferde tecrübe
edebilirim. Ben giremedim ama size mutlaka öneririm.
Buradaki
işimiz bitince önce kalacağımız yere
gidip eşyaları bırakmaya ardından Ermones plajlarına gitmeye karar verdik. Yaklaşık
40 dakikalık bir yolculuktan sonra geldiğimiz vasat bir çiftlik tipi evi
görünce hem eşim hem de ben beğenmedik. Booking.com’dan yüksek bir memnuniyet
derecesini aldığımı hatırladığım bu yeri nasıl ve neden ayarladığımı ne eşime
ne de kendime açıklayabildim. İçeri girmeden görüp beğenmediğimiz bu yerin ismini
merak ediyorsanız söyleyeceğim ama bu satırları yazarken tekrar girip detaylara
baktığımda google map’in bizi yönlendirdiği ve gördüğümüz yer ile benim
ayırttığım yerin aynı olmadığını farkettim. 9,4 beğeni alan dağ başında sakin
bir villa olan yerde, bir yanlış yönlendirme nedeni ile kalamadığımızı üzülerek
keşfettimL. Bkz Alex Apartments / Ermones.
Sonuçta
yol üzerinde booking.com’dan başka bir yer ayırtalım istedik. Onun öncesinde de
deniz kenarına gidip önce serinlemeyi, Zeyno ile denize gitmeyi planladık. Bu
nedenle de istikameti Glyfada Plajı’na çevirdik. Yukarıdan bakıldığında güzel
ve uzun bir kumlu plajı olduğunu gördüğümüz Glyfada’nın denizi, şansımıza çok
dalgalıydı. Son iki gün bu şekilde olduğunu öğrendiğimiz denize akşam 17:00
gibi Zeyno ile girdik.
Dalgalı denizde çok keyif almadığımız için burasının
sakin ve durgun halini hayal ederek Pelakas Köyü’ne doğru yola çıktık.
Pelakas
Köyü:
Korfu merkeze 12 km mesafede olan Pelakas Köyü Ada’nın orta-batı
bölgesinde yer almakta. Deniz seviyesinin 272 m üzerinde yer alan bu sevimli
köyün gün batımının seyredileceği en keyifli yerlerden olduğu yazıyordu.
Avusturya-Macaristan Prensesi Sissy, köyün tepesinde yer alan ve oradaki seyir
platformuna (Kaiser Throne) adını veren Alman İmparatoru II. Wilhelm ve
Yunanistan Kralı I. Georgios da buraya gelip kalan kraliyet üyelerindenmiş.
Burada
da gün batımı eşliğinde akşam yemeğimizi yedik ve Korfu Merkez’de kalacağımız
yere doğru yola çıktık.
30
Haziran Cuma
Gece
geldiğimiz otelimiz tarihi merkezin içinde işlek bir caddenin hemen arkasında
yer alan renove edilmiş ama 500 yıllık bir binada yer almaktaydı. Birbirine
bitik bu tarihi binalar dar sokaklara bakan ve güneş almayan küçük sayılacak
pencerelere sahip yapılar. Haliyle bu durum eşim için biraz sorun olduysa da, iki
gece kalacağımız ve bir tam günümüzün kalması gerekçesiyle büyük bir sıkıntı
teşkil etmedi. İyi ki de etmemiş çünkü burada kaldığımız ve yaşadığımız bir tam
gün sayesinde Korfu tarihi merkezinin ve cuma gecesinin canlılığına şahit
olabildik. Yoksa görmeden dönmüş olacaktık.
Sabah
kahvaltımızı Kara Kedi anlamında gelen Markas Restoran’da yaptık.
Ardından şık
kafelerin ve alışveriş dükkanlarının olduğu merkezdeki Liston Bölgesi’ne yürüdük.
Buradaki kafelerden birinde kahvenizi, çayınızı yudumlarken gelip geçenleri
seyretmek çok keyifli, öneririm.
Hele Cuma akşamı buradaki kalabalığı ve çocukların ve
gençlerin sergilediği müzikli danslı gösterileri seyretmek ilgi çekiciydi.
Burada
görmenizi önereceğim diğer bir yer ise Aziz Spiridon Kilisesi. Bizimkiler yine
anne-kız mağaza incelemesi yaparken ben de kırmızılı yüksek kulesi olan bu
kiliseyi görmek istedim.
Ada’nın koruyucu azizi olan Aziz Spiridon Kilisesi
sürekli kalabalık. Adadaki en popüler isimlerden olan Spiridon’un isim babası
işte bu Aziz Spiridon. MS 270 yılında Kıbrıs’ta doğan Aziz Spiridon 348 yılında
ölmüş. Arapların Kıbrıs’ı almasıyla kutsal kalıntıları İstanbul’a
(Constantinople) taşınmış. 1453 yılında da Osmanlıların fethi üzerine Korfu’ya
götürülmüş. Korfulu olmamakla beraber Ada’nın koruyucu azizi ilan edilmesi
olarak dört olayda gösterdiğine inanılan mucizeye işaret edilmekte; 1533’deki
kıtlık, 1629 ve 1673’de baş gösteren iki veba salgını ve 1716 yılındaki Osmanlı
kuşatması.
Kilisenin
içi son derece renkli dekora ve ihtişama sahip. İkonaların önemli olduğu Doğu
Kiliselerinin bir özelliği olarak, bir odaya girmek için kuyruk olmuş insanlar
odadan çıkınca, asılı ikonaları öperek istavroz çıkartıyorlar.
O kuyruğun ne
olduğunu anlamak için ben de sıraya girdim ve odanın içinde Aziz Spiridon’un
sergilenmekte olduğu bedenine gösterilen saygıyı gördüm. Ayak kısmı açık olan
tabutun içine tüm vücudu ile eğilerek kumaşla sarılı ayaklarını öpen insanlar
baş kısmı cam ile korunan cama da dudaklarını sürüyüp öpüp dua ediyorlardı. Bu
ikinci kısmın çok sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değil, çünkü herkesin
dudaklarını sürdüğü cama siz de dudaklarınızı sürüyorsunuz. Sanırım yüksek
inanışa sahip bu insanlar burada da bir mucize görmekteler. Neyse, sonuçta ben
de saygımı gösterip klima ile serinletilmiş bu hoş kiliseden Korfu’nun nemli ve
sıcak sokaklarına çıktım.
Buradan
çıkınca son merak ettiğim yer olan Asya ve Uzak Doğu Sanatı Müzesi olarak
kullanılan St Michael ve St George Sarayı’na ziyaret ettim.
Saray namına
içeride çok bir beklentiniz olmasın ama sergilenen eserler harika. Bu eserlerin
Korfu’da ne işi var derseniz Yunanistan’ın Avusturya Konsolosu olan Gregorios
Manos (1850-1928) hem görevi esnasında Viyana’da hem de emekli olduktan sonra
yaşadığı Fransa’da Çin, Japon ve Kore eserleri toplamış. 9.500 parçalık sağlam
bir koleksiyona sahip olan Manos yaşlanınca Yunanistan Hükümeti’ne bu
koleksiyonunu, makul bir emekli aylığı karşılığında bağışlamış. İşte bu
vesileyle de Asya Eserleri Müzesi Yunanistan’da bu şekilde kurulmuş. Çin,
Japon, Hindistan ve Kore tarihi hakkında da bilgi sahibi olabileceğiniz bu
müzeye en az 1 saat ayırmanızı öneririm.
Müze
gezimin sonunda tatilimizin son denizine girmek için bizimkilerle buluştum ve
istikameti yine batı tarafına Agios Gordios plajna çevirdik. Yine rüzgarlı
olduğunu öğrendiğim batı yakasındaki bu plaj evvelki gün gittiğimiz Glyfada
Plajının hemen altında, güneyinde yer almakta.
20 dakikalık bir araba yolculuğu
ile ulaştığımız bu keyifli ama rüzgarlı sahilde eşim ve kızım denizin tadını
çıkartırken ben de kenarda oturup gezi notlarımı toparlamakla ilgilendim. Bu
arada muhabbet ettiğim garsonların çoğunun ülkemizin siyasi gelişmelerini az
çok takip etmesi ve fikir sahibi olması ilgi çekiciydi. Yunanistan başbakanı Çipras'ın milli eğitimlerinden zorunlu dinsel öğretileri seçmeli hale getirip daha laik bir
eğitim programı hedeflerken Türkiye’nin tersi yönde gitmesini yakından takip etmeleri ve
endişelenmeleri aklımda kalan noktalardan birisi.
Ve
son akşam. Otele dönüp üzerimizdekileri değiştirdikten sonra soluğu tekrar
Lintos’ta aldık. Cuma kalabalığını görünce Korfu hafta sonlarının ve gece
hayatının zenginliği hakkında bir fikir edinebilirsiniz.
Yorgun savaşçılar
olarak son akşamımızı bu kalabalıkta değil de daha sakin bir yer olan Corfu
Sailing Club’ta geçirmeye karar verdik. Korfu’da mutlaka yapmanızı önereceğim şeylerden birisi de
eşinizle/sevgilinizle birlikte Old Fortress’da yer alan bu sakin ortamda
keyifli bir akşam yemeği yemenizdir.
Uzun Lafın Kısası
- Rüzgara açık bir ada. Ama en iyi plajların, koyların ve denizin kuzeyde ve orta batı tarafında olduğunu gördük. Güney tarafını görecek zamanım olmadı ama gerek okuduklarım gerekse konuştuğum yerli kimselerden de aynı bilgileri teyit ettim. Koy olan yerleri özellikle öneririm çünkü batıda yer alan plajlar çok dalgalı olduğu zaman denize girmek keyfinizi kaçırabilir.
- Buraya tekrar gelsem iki gün merkezde kaldıktan sonra ya direkt Kassiopi’de ya da Palaikastritso’da kalır ve adanın orta üst bölgesindeki diğer farklı plajlarını gezerdim.
- Adanın iç kesimlerindeki köyler keyifli. Önerilen 5-6 köyü dolaşmaya bakın.
- Lezzet konusunda her Yunan Adası’nda olduğu gibi rahat olun. Sadece tatlı kültürü bizim Anadolu tatlı kültürü yanında zayıf kalmakta. Baklava ve kadayıfı asla denemeyin bile.
- Eğer buraya gitmek isterseniz de bir 2-3 günü feribotla 55 dakika mesafedeki Paxos Adası’na da uğrayın. Biz geç farkettik ama araştırdığım kadarıyla müthiş bir yer.