5 Temmuz 2015 Pazar


Cenova ve Cinque Terre

Portofino ismine benim kuşağımdaki çoğu insan aşinadır. Çocukluğumun geçtiği 70'lerin sonu ve  80'lerin başında, gazinoların popüler yemek, kampların ise meşhur romantik dans müziği olan bu nostaljik şarkının ait olduğu yere gitmek gençliğimden beri hayalimdi. Yıllar sonra gerçekleştirme imkanı bulduğum bu hayalim için yola çıkarken hedefim aşkımı bulmak değil, aşkıma bu şarkıyı orada söylemekti. Gittim ve söyledim:-)  

Bu arada hemen belirteyim ki Portofino Cinque Terre yani beş köyden birisi değil. Cenova'dan güneye inerken yol üzerinde ve ana yoldan ırak bir burunda yer alıyor. Cinque Terre sırasıyla Monterosso Al Mare, Vernezza, Corniglia, Manarola ve Riomaggiore isimli beş köyden oluşuyor. Köy dediğime bakmayın, buralar resmen belediyesi olan beldeler. Aralarındaki mesafe bir kaç km olan bu köylerin arasında yürüyüş yolu olduğu gibi en kolay ve popüler olan ulaşım şekli ise demiryolu. Sakın arabayla gelmeyin.

 
 


Gezi planımıza gelince THY'nin uçuş programına göre çarşamba Cenova'ya varış ve pazar günü Cenova'dan dönüş olmak üzere 4 gece şeklinde planladık. İyi ki de öyle olmuş, tam olarak keyfini aldık diyebilirim. Cenova'da tek gece olarak planladığımız konaklama ardından ertesi gün trenle Santa Margherita Ligure'ye gidip konaklamayı ve bu sırada Portofino'yu günübirlik bir ziyaretle görmeyi, ertesi gün de Cinque Terre'nin ilk köyü olan Monterosso Al Mare'ye geçip iki gün konaklayacağımız bu sevimli yeri merkez edinerek diğer dört köyüne trenle ve/veya ünlü yürüyüş patikalarından varmayı tasarladık. 

Evvelki sene yaptığımız Amalfi Gezisi ardından, her iki bölgeyi de gören arkadaşlarımın beğenileri anlamında çok farklı değerlendirmeler aldığım Cinque Terre gezimizi beğenilerinize sunarım. Benim değerlendirmem ise yazının sonunda.

 

 
Genova

Bir İstanbul aşığı olarak Cenova'yı görmek hep hayalimdi. Atalarımdan daha eski İstanbullu olan Cenevizlilerin şehrini görmem, ancak Cinque Terre gezisinin başlangıç noktası olarak belirlememle mümkün oldu. Keyifli bir nisan gününde THY'nin İstanbul-Cenova direk uçuşu ile başlayan yolculuğumuz daimi seyyah dostlarımla yine çok keyifli başladı.

İstanbul'un havasına sahip olan Cenova'da kalacağımız otele doğru ilerlerken kendimi havalimanından Trabzon şehir merkezine gider gibi hissettim. Denize paralel bir yükselti üzerine kurulmuş olan bu şehir merkezi limandan yukarılara doğru genişleyerek yayılmış şekilde. Merkezde olan yapılar son derece tarihi. Yolları alışık olduğum diğer Avrupa şehirlerinin caddeleri gibi çok geniş değil. Ne de olsa Avrupa'nın en eski yaşayan şehirlerinden birisi. İtalya'nın 22 bölgesinden olan Liguria'nın başkenti olan Cenova 2006 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil edilmiş. Ünlü kaşif Kristof Kolomb ve İtalyan besteci Niccolo Paganini'nin de doğum yeri olan olan Cenova'da dünyanın en eski bankası olan 1407'de kurulmuş olan Saint George Bankası da faaliyet göstermekteymiş. Milan, Torino, Cenova sanayileşmiş bölge üçgeninin güney noktası olan Cenova'nın limanındaki hareketlilik hemen dikkatleri çekiyor.



 
Otelimize hızla yerleştikten hemen sonra saat 13:00 gibi kendimizi dışarı attık ve elimizdeki şehir haritasına göre istikameti limana çevirdik.

Zamanımızın kısıtlı olması nedeniyle diğer seyyahlar müzede çok zaman kaybetmek istemeseler de onlarla bir saat sonra buluşmak üzere kendimi Galata del Museo del Mare - Denizcilik Müzesi'ne attım. İçerisi bir okul gibiydi, öğrencilerle dolu. Tarih böyle öğretilir işte. Talihsizlik o ki, telefonumun pili birkaç flaşlı çekimden sonra bitti.





 
Müzede işim bitince arkadaşlarımla istikameti tarihi kent merkezinin ana caddesi olan Garibaldi'ye (Via Garibaldi) çevirdik.
 




 
Her biri bir sanat eseri niteliğinde hayranlıkla izlenecek yapılara ev sahipliği yapan Garibaldi Caddesi'nin sonunda Ferrari Meydanı'na (Piazza de Ferrari) ulaştık. Meydandaki büyük havuzun etrafında Cenova'nın zenginliğini ve ihtişamını ortaya koyan opera binasını, güzel sanatlar akademisini ve Garibaldi Heykeli'ni görebilirsiniz.

 
  
 

Piazza de Ferrari'den Antik Liman'a doğru inerken şehrin en önemli katedrali olan San Lorenzo'nun olduğu meydana vardık. Siyah ve beyaz mermer Gotik yapısı ile sıradışı bir heybeti olan San Lorenzo Katedrali ve iç dekorasyonu kentin tarihi bir liman şehri olmasının getirdiği zenginliği gözler önüne sermekte. Meydandaki turist kalabalığı yanında farklı renklerden olan satıcıların çeşitliliği insanı yüzyıllar öncesine götürüp hiçbir şeyin değişmediği izlenimini veriyor. Kapatın gözlerinizi ve hayal edin...

 
 


 
Katedral önünden denize inen yol bizi direkt Antik Liman'a çıkardı. Avrupa'nın ikinci büyük akvaryumu olan Acquaria di Genoa da burada yer almakta.



 
 


 
Sahilde ilerlerken karşımıza heybetli tarihi bir kalyon çıkınca soluğu hemen önünde aldık. Sonradan öğrendik ki bu kalyon 1986 yılında Roma Polanski'nin çektiği Korsanlar / Pirates filminde kullanılmış

 
 
 


 
Akşam yemeği:

İlk günün yorgunluğu nedeniyle yemeğimizi Antik  Liman'da bulduğumuz sıradan bir yerde yedik. Normalde bu tür yerlerde yemem ama zaman kaybetmemek adına hızlıca bir şeyler atıştırdık. İnsan Cenova'ya gelince ne yer? Tabi ki buraya has pesto soslu makarna.

                                                  Otelimizden Principe İstasyonu'nun görünüşü 

St Margherita Ligure

Ertesi sabah otelimizin hemen önündeki Principe İstasyonu'ndan bindiğimiz tren ile yaklaşık 1 saat 45 dakika sonra St Margherita Ligure'ye vardık. Yağışlı bir havada tanıştığımız bu sevimli İtalyan sayfiye yerindeki otelimiz istasyona 10 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Nisan olması itibariyle etraf nispeten sakindi. Odamıza yerleştikten sonra kısa bir çevre gezisi ardından Portofino'ya gitmeye karar verdik. Ama önce St Margherita Ligure'den manzaralar:

 



 
 
 
 


Portofino

St Margherita'dan tekneyle geldiğimiz Portofino'ya 20 dakikalık bir yolculuk ardından öğlen sularında vardık.  Heyecanım had safhadaydı, ne de olsa romantizmin merkezine gelmiştim. Gözlerim romantik bir karşılama beklerken tipik bir İtalyan kasabasıyla karşılaşmış olmamın içten içe bir hayal kırıklığı yarattığını itiraf edeyim:-)  

 
 
 


 
 
 
 


Eskiden sadece deniz yoluyla ulaşılan bu kuytu yerde kalan Portofino Romalılar tarafından kurulmuş. Çok sayıda yunus balığına ev sahipliği yaptığı için Romalılar tarafından Portus Delphini yani Yunuslar Koyu olarak anılmış. 19. yy'ın sonlarına doğru Avrupa aristokrasisinin bazıları için dikkat çekmeye başlayan bu yerin ün kazanması Leo Chiosso tarafından yazılan ve Fred Buscalione tarafından ilk kez 1958 yılında söylenen "Aşkımı Portofino'da Buldum / I Found My Love in Portofino" şarkısı ile olmuş.

 
 


 
Portofino'ya geldiğinizde mutlaka tepedeki Von Mumm villasına tırmanın, hem hikayesi hem de manzarası müthiş.

 
 
 


Özetle belirtmek gerekirse Nisan ayında nispeten sakin olan Portofino keyifli bir turistik merkez ama eski romantizminden eser kalmamış. Ben yine de şarkımı, sevgili eşime, I Phone teknolojisi eşliğinde söyledim. Tekrar gelir miyim, sanmam.
 

Santa Margherita

Portofino dönüşü, soğuyan hava, güzel bir İtalyan yemeğine olan özlemimizi arttırdı. Bunun için istikameti, bir kaç yerli İtalyan'dan da teyit ettiğim üzere Trattoria di Pezzi'ye çevirdik. İyi ki de çevirmişiz, tam bir trattoria yani aile lokantası idi. Porsiyonlar dolgun, lezzetler harika. Balık çorbası diye sipariş ettiğim yemek resmen ana yemek şeklinde gelen istakoz ve midyeli enfes bir şeydi (bkz: alttaki son resim). Eşimin siparişi pesto soslu makarna da harikaydı. Biz bu şekilde mükellef bir sofra da karnımızı doyururken, sonradan gelen yan masadaki İtalyan çok sade ve sağlıklı bir sipariş verdi; peynir, haşlanmış ve üzeri tuzlanmış çiğ yeşil fasulye, dana carpaccio ve kırmızı şarap. Adamın fit olmasının nedeni bu ölçülerde yemesi olsa gerek.
 
Bu arada size yemeklerin orijinal isimlerini veremiyorum çünkü yemeklerin isimlerini kaydettiğim notlarımı kaybettim ama yolunuz düşerse "siamo della Turchia" derseniz beni hatırlayıp size güzel menülerinin en iyilerini sunacaklardır :-)  



 

Cinque Terre

Monterosso al Mare (Denizin Kızıldağı)

Ve istikamet Cinque Terre... Gece yağan yağmurun serinlettiği mis kokulu sabah serinliğinde yaptığımız kısa bir yürüyüş ardından istasyona vardığımızda yağmur tekrar çiselemeye başladı. Bu arada elimizdeki bavullarla trenimizi beklerken yağmurdan korunmak için girdiğimiz cafede sürekli piyango oynandığını görünce şansımızı denemeye karar verdik. Her 15 dakikada bir çekilen ve bizdeki 10 Numara'ya benzeyen şans oyununda şansımızı denedik. İşin keyifli yanı çıkacak paranın miktarına göre "ülkeye döner miyiz, dönmez miyiz" konusunda yaptığımız geyikti. Tam birbirimizi ikna edecekken bineceğimiz trenin perona yaklaştığını duyuran anons ile hayallerimizi bir kenara bıraktık ve 45 dakikalık bir yolculuk ardından bizi Monterosso'ya ulaştıracak olan trenimize bindik.
 

 
 
Monterosso istasyonunda da hava yağışlı idi. İstasyondan çıkınca önce iki gece kalacağımız yeni şehir kısmında tepede kalan pansiyonumuza gitmek için taksiye bindik. 15 € çeken taksicinin sadece 4 dakika süren bir yolculuk ardından ulaştırdığı pansiyona çantalarımızı bıraktıktan sonra yine aynı taksiciyle, arkadaşlarımızı eski şehir tarafında kalacakları otellerine yerleştirmek üzere geri döndük.  

 
 


Eski şehir kısmı, surların içinde kalan dar sokakları ve arnavut parke taşları ile tam bir İtalyan tarihi yerleşim yeri. Gelen ziyaretçileri karşılayan ana meydana çıkan bir kaç dar sokak insanın içindeki keşif açlığını tetikliyor.

Biz öncelikle arkadaşlarımızı yerleştireceğimiz sevimli aile pansiyonunu bulduk. Onları yerleştirdikten sonra hem hızlı bir keşif hem de karnımızı doyurmak için yağmura aldırmadan Monterosso'nun dar sokaklarına attık kendimizi.

Monterosso'da yapmanızı mutlaka önereceğim iki şeyden birisi pizza yemeniz. Ama bunu Pizzeria La Smorfia'da denemelisiniz. Biz bu tecrübeyi öğle yemeğimiz için yaşadık ve çok başarılıydı.

 


 

Monterosso bu beş kasabanın en büyüğü olmasına rağmen kısa sürede dolaşılabiliyor. Bu yüzden öğleden sonraki kısım için rotamızı Vernezza'ya çevirdik. 5 dakikalık bir tren yolculuğu ardından kendimizi yine bulutlu ve hafif yağışlı bir havada Vernezza'da bulduk.

Vernezza

Beş kasabanın, kimine göre, incisi. Yanı başındaki doğal kumsalı ile diğerlerinden ayrılmakta. Vernezzalılar buralı olmakla son derece övünüyorlarmış ve dışarıdan gelenlere evlerini satmıyorlarmış. Yani burada yaşayanlar atalarından Vernazzalı. Bu açıdan Portofinoluları çok eleştiriyorlar, evlerini iyi para verenlere sattılar diye. Burada hayat son derece yavaş. İnsan "hayat nasıl geçer burada?" diye sormaktan edemiyor. Pastel renklerin güzelliği, şansımıza yağışlı olan bu havada bile ayrı bir görsel keyif veriyor, ah bir de hava biraz güneşli olsaydı. 
 
  
 
 
 
 
 
 
 

Bastıran yağmur altında yürümek keyifli bir tecrübe olmasına rağmen bu yağmura hazırlıklı olmayanların çoraplarına kadar ıslanmaları beraberinde düzenli molaları ve ardından geri dönüşü zorunlu kıldı.

 


Ertesi gün havanın açması dileğimizle Monterosso'ya geri döndük ve keyifli akşam yemeğimizi Küçük Şeytan anlamına gelen Il Piccolo Diavolo'da. Bir aile lokantası olan yerel ama bir o kadar da turistik olan bu trattoria'da şef olarak ailenin babası, servis yapanlar da ailenin balık etli kızları:-). Mutlaka öneririm.

 
 
 
 
 
 
 


Corniglia

Sabah kalktık ve kahvaltımızı, dostlarımızı bıraktığımız pansiyonun sahibinin ısrarı ile, pansiyonda yapmak üzere tarihi merkeze yürüdük. Hava yine yağmurlu ve kapalıydı.



Keyifli ve leziz kahvaltı ardından tren ile 7-8 dakika süren yolculuk sonrası Corniglia'ya ulaştık.  Hemen belirteyim ki, bu mevsimde ve bu havada bile bu kadar çok turist çeken bu yörenin başarısı tam bir pazarlama başarısıdır. Japonya'dan, Çin'den, Amerika'dan, İspanya'dan ve daha bir sürü yerden gelen bu kadar turisti görünce şaşırmadan edemiyorsunuz. Bunun analizi başka bir yazı konusu...
 
Corniglia'da tren istasyonunda inince yukarıda tepede kalan kasabaya ya tırmanarak ya da istasyonundan önünden kalkan minibüslerle çıkılabiliyor. Biz tırmanmayı tercih ettik. Keyifli yeşillikler içinde yaptığımız yaklaşık yarım saatlik tırmanış ardından tetiklenen polen alerjim burada geçirdiğimiz iki-üç saatlik gezinin zevkini azaltamadı. Gezinti sonunda başlayan yağmur ile azalan alerjim bir sonraki durağımız olan Manarola'ya varmadan bitmişti.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 



 

Manarola

Üzüm bağları ile meşhur Manarola'daki evler de, Corniglia'daki gibi, dik bir kayalığın üzerine kümelenmiş. Tek farkı buranın kendine has doğal plajı yok. Zaten böyle bir havada insanın aklına bile gelmiyor. Buraya geldiğimizde planımız bir sonraki ziyaret noktamız olan Riomaggiore'ye meşhur patika yoldan yürüyerek ulaşmaktı. 2 km uzunluğunda olduğunu öğrendiğimiz bu patikanın bu mevsimde güvenlik nedeniyle kapalı olduğunu öğrendiğimizde büyük hayal kırıklığı yaşadık. Muhteşem manzaralı bu yolu mutlaka deneyin.

 


 
 
 
 
 
Riomaggiore
 
Beş kasaba içinde en çok keyif aldığım yer diyebilirim. Hem daha büyük hem de gezilecek noktaları daha fazla. Yine pastel renkli evler ve sarhoş denizciler gibi birbiri üzerine eğilmekte misali...
 
Burada zamanında büyük bir nehir varmış, zaten ismi de bu nehirden gelmekte. "Rio" yerel dilde nehir, "maggiore" de önemli anlamına gelmekte, yani "önemli nehir" gibi bir anlam. 
 
Bir vadinin iki tepesine yerleşmiş bu sevimli resimlik kasabayı bir ucundan diğerine mutlaka yürüyünüz, hatta tırmanınız. Ardından aşağıdaki kafelerde içeceğiniz bir İtalyan klasiği ile yorgunluk atınız, öneririm. 
 
Biz Türkiye'den yanımızda getirdiğimiz şampanyamızı Riomaggiore tepelerinde patlattık. Minik ve sevimli plastik gezgin kadehlerimizi önce sağlık ve dostluğumuza, ardından da elimiz ayağımız tuttukça dünyayı gezmeye kaldırdık.
 
 










 
 
Sözün Özü:
 
Gezmek, hele İtalya'yı, bambaşka bir zevk. Sadece göze ve gönüllere değil, mideye de hitap eden bir memleket. Çocukluk ve gençlik yıllarımın hayali olan bu diyarlara geldim, gördüm, yedim, içtim, yoruldum, keyif aldım vs. Buraları bahar güneşinde görmeyi çok isterdim ama olmadı. Olsun buna da şükür. Tekrar gelir miyim, sanmam.
 
Gelelim şimdi en baştaki soruya: Amalfi Kıyıları mı, yoksa Cinque Terre mi?
 
Tabi ki Amalfi Kıyıları...
 
Sevgiler... Seyyah Arda