Cenova ve Cinque Terre
Portofino ismine benim
kuşağımdaki çoğu insan aşinadır. Çocukluğumun geçtiği 70'lerin sonu ve 80'lerin başında, gazinoların popüler yemek,
kampların ise meşhur romantik dans müziği olan bu nostaljik şarkının ait olduğu
yere gitmek gençliğimden beri hayalimdi. Yıllar sonra gerçekleştirme imkanı
bulduğum bu hayalim için yola çıkarken hedefim aşkımı bulmak değil, aşkıma bu
şarkıyı orada söylemekti. Gittim ve söyledim:-)
Bu arada hemen belirteyim ki
Portofino Cinque Terre yani beş köyden birisi değil. Cenova'dan güneye inerken
yol üzerinde ve ana yoldan ırak bir burunda yer alıyor. Cinque Terre sırasıyla Monterosso
Al Mare, Vernezza, Corniglia, Manarola ve Riomaggiore isimli beş köyden
oluşuyor. Köy dediğime bakmayın, buralar resmen belediyesi olan beldeler.
Aralarındaki mesafe bir kaç km olan bu köylerin arasında yürüyüş yolu olduğu
gibi en kolay ve popüler olan ulaşım şekli ise demiryolu. Sakın arabayla
gelmeyin.
Gezi planımıza gelince THY'nin
uçuş programına göre çarşamba Cenova'ya varış ve pazar günü Cenova'dan dönüş
olmak üzere 4 gece şeklinde planladık. İyi ki de öyle olmuş, tam olarak keyfini
aldık diyebilirim. Cenova'da tek gece olarak planladığımız konaklama ardından
ertesi gün trenle Santa Margherita Ligure'ye gidip konaklamayı ve bu sırada
Portofino'yu günübirlik bir ziyaretle görmeyi, ertesi gün de Cinque Terre'nin
ilk köyü olan Monterosso Al Mare'ye geçip iki gün konaklayacağımız bu sevimli
yeri merkez edinerek diğer dört köyüne trenle ve/veya ünlü yürüyüş patikalarından
varmayı tasarladık.
Evvelki sene yaptığımız Amalfi
Gezisi ardından, her iki bölgeyi de gören arkadaşlarımın beğenileri anlamında
çok farklı değerlendirmeler aldığım Cinque Terre gezimizi beğenilerinize
sunarım. Benim değerlendirmem ise yazının sonunda.
Genova
Bir İstanbul aşığı olarak
Cenova'yı görmek hep hayalimdi. Atalarımdan daha eski İstanbullu olan
Cenevizlilerin şehrini görmem, ancak Cinque Terre gezisinin başlangıç noktası
olarak belirlememle mümkün oldu. Keyifli bir nisan gününde THY'nin
İstanbul-Cenova direk uçuşu ile başlayan yolculuğumuz daimi seyyah dostlarımla
yine çok keyifli başladı.
İstanbul'un havasına sahip
olan Cenova'da kalacağımız otele doğru ilerlerken kendimi havalimanından Trabzon şehir merkezine gider gibi hissettim. Denize paralel bir yükselti
üzerine kurulmuş olan bu şehir merkezi limandan yukarılara doğru genişleyerek
yayılmış şekilde. Merkezde olan yapılar son derece tarihi. Yolları alışık
olduğum diğer Avrupa şehirlerinin caddeleri gibi çok geniş değil. Ne de olsa
Avrupa'nın en eski yaşayan şehirlerinden birisi. İtalya'nın 22 bölgesinden olan
Liguria'nın başkenti olan Cenova 2006 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür
Mirası Listesi'ne dahil edilmiş. Ünlü kaşif Kristof Kolomb ve İtalyan besteci
Niccolo Paganini'nin de doğum yeri olan olan Cenova'da dünyanın en eski bankası
olan 1407'de kurulmuş olan Saint George Bankası da faaliyet göstermekteymiş.
Milan, Torino, Cenova sanayileşmiş bölge üçgeninin güney noktası olan
Cenova'nın limanındaki hareketlilik hemen dikkatleri çekiyor.
Otelimize hızla yerleştikten
hemen sonra saat 13:00 gibi kendimizi dışarı attık ve elimizdeki şehir
haritasına göre istikameti limana çevirdik.
Zamanımızın kısıtlı olması
nedeniyle diğer seyyahlar müzede çok zaman kaybetmek istemeseler de onlarla bir
saat sonra buluşmak üzere kendimi Galata del Museo del Mare - Denizcilik
Müzesi'ne attım. İçerisi bir okul gibiydi, öğrencilerle dolu. Tarih böyle
öğretilir işte. Talihsizlik o ki, telefonumun pili birkaç flaşlı çekimden sonra
bitti.
Müzede işim bitince arkadaşlarımla
istikameti tarihi kent merkezinin ana caddesi olan Garibaldi'ye (Via Garibaldi)
çevirdik.
Her biri bir sanat eseri niteliğinde hayranlıkla izlenecek yapılara
ev sahipliği yapan Garibaldi Caddesi'nin sonunda Ferrari Meydanı'na (Piazza de
Ferrari) ulaştık. Meydandaki büyük havuzun etrafında Cenova'nın zenginliğini ve
ihtişamını ortaya koyan opera binasını, güzel sanatlar akademisini ve Garibaldi
Heykeli'ni görebilirsiniz.
Piazza de Ferrari'den Antik Liman'a
doğru inerken şehrin en önemli katedrali olan San Lorenzo'nun olduğu meydana vardık.
Siyah ve beyaz mermer Gotik yapısı ile sıradışı bir heybeti olan San Lorenzo Katedrali
ve iç dekorasyonu kentin tarihi bir liman şehri olmasının getirdiği zenginliği
gözler önüne sermekte. Meydandaki turist kalabalığı yanında farklı renklerden
olan satıcıların çeşitliliği insanı yüzyıllar öncesine götürüp hiçbir şeyin
değişmediği izlenimini veriyor. Kapatın gözlerinizi ve hayal edin...
Katedral önünden denize inen
yol bizi direkt Antik Liman'a çıkardı. Avrupa'nın ikinci büyük akvaryumu olan Acquaria
di Genoa da burada yer almakta.
Sahilde ilerlerken karşımıza heybetli
tarihi bir kalyon çıkınca soluğu hemen önünde aldık. Sonradan öğrendik ki bu
kalyon 1986 yılında Roma Polanski'nin çektiği Korsanlar / Pirates filminde
kullanılmış
Akşam yemeği:
İlk günün yorgunluğu nedeniyle
yemeğimizi Antik Liman'da bulduğumuz sıradan
bir yerde yedik. Normalde bu tür yerlerde yemem ama zaman kaybetmemek adına
hızlıca bir şeyler atıştırdık. İnsan Cenova'ya gelince ne yer? Tabi ki buraya
has pesto soslu makarna.
Otelimizden Principe İstasyonu'nun görünüşü
Otelimizden Principe İstasyonu'nun görünüşü
St Margherita Ligure
Ertesi sabah otelimizin hemen
önündeki Principe İstasyonu'ndan bindiğimiz tren ile yaklaşık 1 saat 45 dakika
sonra St Margherita Ligure'ye vardık. Yağışlı bir havada tanıştığımız bu sevimli
İtalyan sayfiye yerindeki otelimiz istasyona 10 dakikalık yürüme mesafesindeydi.
Nisan olması itibariyle etraf nispeten sakindi. Odamıza yerleştikten sonra kısa
bir çevre gezisi ardından Portofino'ya gitmeye karar verdik. Ama önce St
Margherita Ligure'den manzaralar:
Portofino
St Margherita'dan tekneyle
geldiğimiz Portofino'ya 20 dakikalık bir yolculuk ardından öğlen sularında vardık.
Heyecanım had safhadaydı, ne de olsa
romantizmin merkezine gelmiştim. Gözlerim romantik bir karşılama beklerken tipik
bir İtalyan kasabasıyla karşılaşmış olmamın içten içe bir hayal kırıklığı
yarattığını itiraf edeyim:-)
Eskiden sadece deniz yoluyla
ulaşılan bu kuytu yerde kalan Portofino Romalılar tarafından kurulmuş. Çok
sayıda yunus balığına ev sahipliği yaptığı için Romalılar tarafından Portus
Delphini yani Yunuslar Koyu olarak anılmış. 19. yy'ın sonlarına doğru Avrupa
aristokrasisinin bazıları için dikkat çekmeye başlayan bu yerin ün kazanması
Leo Chiosso tarafından yazılan ve Fred Buscalione tarafından ilk kez 1958
yılında söylenen "Aşkımı Portofino'da Buldum / I Found My Love in Portofino"
şarkısı ile olmuş.
Portofino'ya geldiğinizde
mutlaka tepedeki Von Mumm villasına tırmanın, hem hikayesi hem de manzarası
müthiş.
Özetle belirtmek gerekirse
Nisan ayında nispeten sakin olan Portofino keyifli bir turistik merkez ama eski romantizminden eser
kalmamış. Ben yine de şarkımı, sevgili eşime, I Phone teknolojisi eşliğinde söyledim.
Tekrar gelir miyim, sanmam.
Santa Margherita
Portofino dönüşü, soğuyan hava,
güzel bir İtalyan yemeğine olan özlemimizi arttırdı. Bunun için istikameti, bir
kaç yerli İtalyan'dan da teyit ettiğim üzere Trattoria di Pezzi'ye çevirdik. İyi ki de çevirmişiz, tam bir trattoria yani aile lokantası idi.
Porsiyonlar dolgun, lezzetler harika. Balık çorbası diye sipariş ettiğim yemek resmen ana yemek şeklinde gelen istakoz ve midyeli enfes bir şeydi (bkz: alttaki son resim). Eşimin siparişi pesto soslu makarna da harikaydı. Biz bu şekilde mükellef bir sofra da karnımızı doyururken, sonradan gelen yan masadaki İtalyan çok sade ve sağlıklı bir sipariş verdi; peynir, haşlanmış ve üzeri tuzlanmış çiğ yeşil fasulye, dana carpaccio ve kırmızı şarap. Adamın fit olmasının nedeni bu ölçülerde yemesi olsa gerek.
Bu arada size yemeklerin orijinal isimlerini veremiyorum çünkü yemeklerin isimlerini kaydettiğim notlarımı kaybettim ama yolunuz düşerse "siamo
della Turchia" derseniz beni hatırlayıp size güzel menülerinin en
iyilerini sunacaklardır :-)
Cinque Terre
Monterosso al Mare (Denizin Kızıldağı)
Ve istikamet Cinque Terre... Gece yağan yağmurun
serinlettiği mis kokulu sabah serinliğinde yaptığımız kısa bir yürüyüş ardından
istasyona vardığımızda yağmur tekrar çiselemeye başladı. Bu arada elimizdeki bavullarla trenimizi beklerken yağmurdan korunmak için girdiğimiz cafede sürekli piyango oynandığını görünce şansımızı denemeye karar verdik. Her 15 dakikada bir çekilen ve bizdeki 10 Numara'ya benzeyen şans oyununda şansımızı denedik. İşin keyifli yanı çıkacak paranın miktarına göre "ülkeye döner miyiz, dönmez miyiz" konusunda yaptığımız geyikti. Tam birbirimizi ikna edecekken bineceğimiz trenin perona yaklaştığını duyuran anons ile hayallerimizi bir kenara bıraktık ve 45 dakikalık bir yolculuk ardından
bizi Monterosso'ya ulaştıracak olan trenimize bindik.
Monterosso istasyonunda da hava yağışlı idi. İstasyondan çıkınca önce iki gece kalacağımız yeni şehir kısmında tepede
kalan pansiyonumuza gitmek için taksiye bindik. 15 € çeken taksicinin sadece 4
dakika süren bir yolculuk ardından ulaştırdığı pansiyona çantalarımızı
bıraktıktan sonra yine aynı taksiciyle, arkadaşlarımızı eski şehir tarafında
kalacakları otellerine yerleştirmek üzere geri döndük.
Eski şehir kısmı, surların içinde
kalan dar sokakları ve arnavut parke taşları ile tam bir İtalyan tarihi
yerleşim yeri. Gelen ziyaretçileri karşılayan ana meydana çıkan bir kaç dar sokak insanın içindeki keşif açlığını tetikliyor.
Biz öncelikle arkadaşlarımızı yerleştireceğimiz
sevimli aile pansiyonunu bulduk. Onları yerleştirdikten sonra hem hızlı bir keşif
hem de karnımızı doyurmak için yağmura aldırmadan Monterosso'nun dar
sokaklarına attık kendimizi.
Monterosso'da yapmanızı
mutlaka önereceğim iki şeyden birisi pizza yemeniz. Ama bunu Pizzeria La
Smorfia'da denemelisiniz. Biz bu tecrübeyi öğle yemeğimiz için yaşadık ve çok
başarılıydı.
Monterosso bu beş kasabanın en
büyüğü olmasına rağmen kısa sürede dolaşılabiliyor. Bu yüzden öğleden sonraki
kısım için rotamızı Vernezza'ya çevirdik. 5 dakikalık bir tren yolculuğu
ardından kendimizi yine bulutlu ve hafif yağışlı bir havada Vernezza'da bulduk.
Vernezza
Bastıran yağmur altında
yürümek keyifli bir tecrübe olmasına rağmen bu yağmura hazırlıklı olmayanların
çoraplarına kadar ıslanmaları beraberinde düzenli molaları ve ardından geri
dönüşü zorunlu kıldı.
Ertesi gün havanın açması
dileğimizle Monterosso'ya geri döndük ve keyifli akşam yemeğimizi Küçük Şeytan anlamına gelen Il Piccolo Diavolo'da. Bir aile lokantası olan yerel ama bir o kadar da turistik olan bu trattoria'da şef olarak ailenin babası, servis yapanlar da ailenin balık etli kızları:-). Mutlaka öneririm.
Corniglia
Keyifli ve leziz kahvaltı ardından tren ile 7-8 dakika süren yolculuk sonrası Corniglia'ya ulaştık. Hemen belirteyim ki, bu mevsimde ve bu havada bile bu kadar çok turist çeken bu yörenin başarısı tam bir pazarlama başarısıdır. Japonya'dan, Çin'den, Amerika'dan, İspanya'dan ve daha bir sürü yerden gelen bu kadar turisti görünce şaşırmadan edemiyorsunuz. Bunun analizi başka bir yazı konusu...
Corniglia'da tren istasyonunda
inince yukarıda tepede kalan kasabaya ya tırmanarak ya da istasyonundan önünden
kalkan minibüslerle çıkılabiliyor. Biz tırmanmayı tercih ettik. Keyifli yeşillikler
içinde yaptığımız yaklaşık yarım saatlik tırmanış ardından tetiklenen polen
alerjim burada geçirdiğimiz iki-üç saatlik gezinin zevkini azaltamadı. Gezinti
sonunda başlayan yağmur ile azalan alerjim bir sonraki durağımız olan
Manarola'ya varmadan bitmişti.
Manarola
Üzüm bağları ile meşhur Manarola'daki evler de, Corniglia'daki gibi, dik bir kayalığın üzerine kümelenmiş. Tek farkı buranın kendine has doğal plajı yok. Zaten böyle bir havada insanın aklına bile gelmiyor. Buraya geldiğimizde planımız bir sonraki ziyaret noktamız olan Riomaggiore'ye meşhur patika yoldan yürüyerek ulaşmaktı. 2 km uzunluğunda olduğunu öğrendiğimiz bu patikanın bu mevsimde güvenlik nedeniyle kapalı olduğunu öğrendiğimizde büyük hayal kırıklığı yaşadık. Muhteşem manzaralı bu yolu mutlaka deneyin.
Riomaggiore
Beş kasaba içinde en çok keyif aldığım yer diyebilirim. Hem daha büyük hem de gezilecek noktaları daha fazla. Yine pastel renkli evler ve sarhoş denizciler gibi birbiri üzerine eğilmekte misali...
Burada zamanında büyük bir nehir varmış, zaten ismi de bu nehirden gelmekte. "Rio" yerel dilde nehir, "maggiore" de önemli anlamına gelmekte, yani "önemli nehir" gibi bir anlam.
Bir vadinin iki tepesine yerleşmiş bu sevimli resimlik kasabayı bir ucundan diğerine mutlaka yürüyünüz, hatta tırmanınız. Ardından aşağıdaki kafelerde içeceğiniz bir İtalyan klasiği ile yorgunluk atınız, öneririm.
Biz Türkiye'den yanımızda getirdiğimiz şampanyamızı Riomaggiore tepelerinde patlattık. Minik ve sevimli plastik gezgin kadehlerimizi önce sağlık ve dostluğumuza, ardından da elimiz ayağımız tuttukça dünyayı gezmeye kaldırdık.
Sözün Özü:
Gezmek, hele İtalya'yı, bambaşka bir zevk. Sadece göze ve gönüllere değil, mideye de hitap eden bir memleket. Çocukluk ve gençlik yıllarımın hayali olan bu diyarlara geldim, gördüm, yedim, içtim, yoruldum, keyif aldım vs. Buraları bahar güneşinde görmeyi çok isterdim ama olmadı. Olsun buna da şükür. Tekrar gelir miyim, sanmam.
Gelelim şimdi en baştaki soruya: Amalfi Kıyıları mı, yoksa Cinque Terre mi?
Tabi ki Amalfi Kıyıları...
Sevgiler... Seyyah Arda