Lizbon & Porto & Obidos & Fatima
Aylar öncesinde 2014'e veda ederken
görmeyi planladığım Lizbon ve Porto'yu, bir gün farkla ancak yeni yılın (2015)
ilk üç gününde görebildim. Yaşlı kıtanın en batısındaki bu küçük ülke, kabına
sığamamış maceracı insanların ülkesi Portekiz, tarih dolu geçmişi ile kucakladı
bizi. Vasco da Gama, Macellan, Bartolomeu Dias gibi ünlü denizciler yetiştiren
ve Keşifler Çağı'na öncülük eden bir zamanların denizlere hakim olan refah ve
bolluk ülkesi Portekiz ayrıca dünyanın en uzun süre devlet başkanlığını yapmış
Antonio Salazar'ın da ülkesi. "3 F" formülü (Futbol, Fado ve Fatima)
ile ülkesini uzun yıllar yöneten Salazar'ın izlediği denge politikası ile Portekiz'i
İkinci Dünya Savaşı'na sokmamayı başarması, tarihi bozulmamış olan bu şehirleri
en yalın şekilde görmenizi sağlıyor. Avrupa'nın üçüncü cumhuriyeti olan ve şarapları
ile de ün salmış Portekiz'in bu iki tarihi şehri Lizbon ve Porto'ya yaptığımız
hızlandırılmış gezimizin notlarını beğeninize sunuyorum.
Yola Çıkış
01.01.2015'de, THY 12:25 uçağı
ile başlayan yolculuğum yaklaşık 4 saat süren bir uçuş ardından, bize göre iki
saat geride olan, güneşli bir Lizbon öğleninde saat 15:00 gibi nihayetlendi.
İstanbul'un kışını bırakarak geldiğim Lizbon'da ilk işim üzerimdeki fazlalıklardan
kurtulmak oldu. Havalimanından bindiğim taksi ile yaklaşık 15-20 dakikalık bir
yolculuk sonrası, bir gün önce gelen eşim ve arkadaşlarımla yerel saat ile
16:00'da buluştuk. (www.booking.com "Garrett 46 Apartments").
Lizbon
İstanbul gibi yedi tepeli olan
Lizbon ziyaret edilmesi gereken dört merkezden oluşuyor; 1755'deki Büyük Deprem'den
önce şehrin 18.yy'daki merkezi olan "Baixa", her iki yanındaki dar
caddeleri ile "Alfama" ve "Bairo Altove" ve Keşifler
Çağı'nın simgesi olan "Belem".
Çay ve kahve eşliğinde yaptığımız
hafif atıştırma ardından yönümüzü 10 dakika mesafedeki Praço de Commerça'da çevirdik.
Bir gün önceki yılbaşı kutlamalarında
havai fişek gösterilerinin yapıldığını öğrendiğim bu meydan dört asır boyunca
Portekiz Kraliyet Sarayı'nın hemen arkasında yer alıyormuş. 1755'deki büyük
deprem ve ardından çıkan yangın ve sel sonucu büyük zarar görmüş.
Marques de
Pombal tarafından yenilenen bu meydanın tam ortasında I. Jose'nin, 1775 yılında
dikilmiş ve ayaklarının altındaki yılanları ezen atının üzerindeki bronz
heykeli var. Tejo Nehri'ne doğru bakan I.Jose'nin bu heykeli depremden sonra
yeniden inşa edilen Lizbon'un ilk önemli anıtlarından birisi.
Lizbon'daki ilk saatlerimin heyecanı ile gözlemlerime başladığımda kendimi tanıdık bir ortamda hissettim. Geniş meydan ve binaları dikkate almazsanız, esmer, bıyıklı erkek ve emekli formatındaki yaşlı insanları gördüğümde İstanbul'u hissetmeye başlamıştım ki, bu meydanın Tejo Nehri'nin
kıyısından karşı yakasına bakarken hemen yanı başımdaki kestane satıcısından gelen
közde kestanenin kokusu ile Eminönü'nde olduğum hissine kapıldım.
Yeni yılın ilk gününün tatil
olması nedeniyle çoğu dükkan kapalıydı. Akşam güneşinin ısıttığı bu meydanda dolaşırken montumun fermuarını açmama rağmen gölgede hissedilen düşük sıcaklık bu havaya aldanmamam için bir uyarı gibiydi.
İlk iş olarak açık olan turizm bürosundan şehir haritası, birkaç broşür ve araç kiralama firmalarına ait doküman aldık. Ardından istikametimizi, Lizbon merkezinin batısında kalan Belen'e çevirdik. Trafik nedeniyle 15 dakikalık bir bekleme ardından bindiğimiz tramvay ile 20 dakikada Belen'e ulaştık.
İlk iş olarak açık olan turizm bürosundan şehir haritası, birkaç broşür ve araç kiralama firmalarına ait doküman aldık. Ardından istikametimizi, Lizbon merkezinin batısında kalan Belen'e çevirdik. Trafik nedeniyle 15 dakikalık bir bekleme ardından bindiğimiz tramvay ile 20 dakikada Belen'e ulaştık.
BELEM
Belem durağında indikten hemen
sonra "ilk iş" olarak ünlü Belem pastasını tatmak istedik. Lizbon'un
en önemli lezzetlerinden olan sıcak kremalı ve tarçınlı bu tatlıyı tatmak için Jeronimos
Manastırı'na 200 m. mesafedeki ünlü pastane "Antiga Pastelaria de
Belem"e gitmemiz gerektiğini öğrenmiştim. Tramvay ile gelirken, önündeki uzun
sıradan, doğru yerde olduğumuzu anladık.
Sırada on dakikalık bir bekleme
ardından tattığımız hafif, şerbetli, sıcak kremalı ve tarçınlı bu lezzeti
beğendik ama şahsen bu lezzete, zengin bir lezzet kültürüne sahip olan bir ülkenin
vatandaşı olarak 10 üzerinden "7" verdim.
Bu lezzetin hikayesi bence
kendisinden daha özel. Şöyle ki, eski dönemlerde rahipler, yaptıkları şarapları
tortularından arındırabilmek için yumurtanın akını kullanırlarmış. Ellerinde
bolca kalan sarıları değerlendirmek için de kendilerini tatlı işine vermişler
ve bu özel pasteis ortaya çıkmış. 1854 yılında bütün manastırlar kapatılınca
işsiz kalan rahipler de pastacılık yapmaya başlamışlar. Rivayet o ki, o
günlerden gelen pasteis formülü halen özenle saklanırmış ve sadece üç kişi
bilirmiş. Her sabah bir odaya kapanarak özel bir hamur ile kremayı hazırlıyorlarmış,
ardından da pastanenin diğer çalışanları da kendilerine teslim edilen hamuru
pişiriyorlarmış.
Adını, İsrail'de, Hz İsa'nın
doğum yeri olan Betlehem (Beytüllahim) şehrinden alan Belem, Portekiz'in
keşifler döneminin başlangıcı olan muhteşem 15.yy'ın simgesi gibi. Yola çıkan
ilk gemiler Belem'den yola çıkarmış. Bu seferler sonucunda keşfedilen yerlerden
getirilen kıymetli madenler ile oluşan zenginlik ve denizlerdeki hakimiyetin
yansıması Belem'deki yapılarda kendisini fazlasıyla hissettirmekte. Muhteşem
Jeronimo Manastırı, İmparatorluk Meydanı (Praço de Imperio), Arkeoloji Müzesi,
Denizcilik Müzesi, Belem Sarayı, Araba Müzesi, Kaşifler Anıtı, Belem Kulesi bu
küçük yüzölçümlü ülkenin bir zamanlar dünya denizlerine hakimiyetinin
göstergeleri gibi.
Kaşifler Anıtı ( Padrao Dos
Descobrimentos)
1960 yılında açılan bu anıt
Denizci Henry'nin 500. Ölüm Yılı için yapılmış. 52 m yüksekliğindeki bu anıtın
tepesinde elinde karavel tutarak uzak ufuklara bakan Denizci Henry ve hemen
ardında da V.Alfonso, Gaspar Costa Real, Diego Gomes, Pedro Alvares Cabral,
Bartolomeu Dias, Macellan, Vasco da Gama gibi denizciler, bilim ve din adamları
yer almakta.
Belem Kulesi:
1521 yılında inşa edilen bu kule,
denizlere açılmak üzere gelen kaptanlara mühürlü sefer emirlerinin verildiği
yermiş. Sefer emirlerini alan kaptanlar,
bu zarfların mühürlerini ancak denizlere açıldıktan sonra açarlarmış ve
gidecekleri güzergahı öğrenirlermiş. 1755 yılındaki büyük depremde esas
yerinden 200 m kayarak denizin içine oturan bu yapı ancak deniz doldurularak
karayla tekrar birleştirilmiş.
Jeronimos Manastırı:
I. Manuel tarafından 1495-1521
yılları arasında inşa edilen 300 m cephe uzunluğuna sahip bu yapının inşaatı
150 yıl sürmüş. Bu müthiş yapının inşaat masraflarının finansmanı da baharat
ticaretinden "karabiber parası" adıyla toplanan vergilerden
sağlanmış. Tüm denizciler sefere çıkmadan önce ve sefer dönüşünde bu manastırda
dua ederlermiş. Vasco Da Gama'nın kemikleri de bu manastırda gömülmüş.
Denizcilik Müzesi (Museu Da
Marinha):
1863 yılında yapımına başlanmış bu
yapıda Portekiz'in denizlerdeki hakimiyetinin kahramanlarının tarihleri ve
deniz gücü sergilenmekte. İlk gün
zamanımız kalmadığı için burayı göremeyeceğimi umuyordum ama son gün Porto
dönüşü uğrayarak bir saatlik bir zaman yaratarak görebildim. Buraya ait resimleri son güne ait gözlemlerimin olduğu aşağı bölümlerde görebilirsiniz.
Güneşin batması ve zaman sıkışıklığı nedeniyle Belen tarafındaki gezimizi bitirerek istikametimizi Alfama'ya çevirdik. Dönüş yolunda bindiğimiz taksinin şoförü ile ben yarı İtalyanca, o ise İspanyolca ve Portekizce konuşarak hem futbol hem siyaset muhabbeti yapmayı başardık. Son zamanlarda Türk turistlerin burayı artan şekilde ziyaret etmeye başladıklarını da öğrenmiş olduk.
ALFAMA
MS 714 yılından itibaren
Arapların hakimiyetinde kalan bu bölgenin adı Arapça'da "sıcak su
çeşmesi" anlamına gelen Al-Hama'dan geliyormuş. 1755'deki depremde şehrin
en sağlam kalan yeri burasıymış. Şarkıcıların ve şairlerin yaşadığı yer olan
Alfama Fado'nun doğduğu yer olduğu kabul ediliyor.
Fado Keşifler Çağı'nda uzun deniz
yolculuklarına çıkıp da geri dönmeyen denizciler için kadınlar tarafından
söylenen bir tür ağıt. 18.yy'dan sonra gitar eşliğinde Lizbon eğlence mekanlarında
dinlenmeye başlanan fado daha sonra Alfama'nın dar sokaklarındaki tavernalarda
ve batakhanelerinde de yaygınlaşmış. İlerleyen dönemlerde Arap ezgileriyle de
bütünleşen Fado flüt ve klarnet gibi enstrümanları da kapsamış. İspanyolların flamenkosuna
ve Arjantinlilerin tangosuna da benzeyen fado özlemi, karşılıksız aşkı,
aşklarını unutmayanları anlatırmış. 1932-74 yılları arasında iktidarı elinde
tutan Salazar'ın ülkeyi yönetirken en önem verdiği 3F formülünden birisi olmuş.
Eğer bir fado cd'si almak isterseniz ülkenin efsane şarkıcısı Amelia Rodriguez
önerilmekte.
Güneşin batması ile Alfama'nın
büyük bir sessizlik içindeki tarihi dar sokaklarını arşınlamaya devam ettik.
Yeni yılın ilk günü olsa da gerek akşam olması gerekse havanın soğuması
nedeniyle turistler dışında pek kimseleri göremedik. Akşam yemeğimizi keyifli
bir aile lokantası olan "Fumeiro"da yedik. Çok aç olmamız nedeniyle
önce lezzetli bir çorba ile başladık. Bu sırada masaya gelen taze ekmek, tereyağı
ve peynirler süperdi. Zaten bunlarla insan doyuyor. Balık geldiğinde ise
yiyecek takatimiz kalmamıştı ama balık olarak menülerde standart olan Bacalhau
yani morina balığı ile levrek arasında ilkini tercih ettiğimiz için doymuş
olsak da yedik.
Akşam yemeği ardından Lizbon
sokaklarında yaptığımız yaklaşık bir saatlik yürüyüş ardından otelimize geri
döndük. Benim açımdan bir gün bile sürmeyen Lizbon maceram bu şekilde sona ermiş oldu. Benden bir gün önce gelen eşim ve arkadaşlarım yılbaşı kutlamalarının yapıldığı meydanın dışında kaldığımız apartmana yakın yerleri görebilmişler. Bugünü ise Lizbon dışındaki Sintra turuna katılarak geçirmişler. Yani Lizbon'u, onlar da benim kadar tecrübe etmişler diyebilirim.
Mevsimin kış olması nedeniyle etrafta çok canlılık gözlemleyemediğim Lizbon'u görmek isterseniz baharda gelmenizi öneririm.
Mevsimin kış olması nedeniyle etrafta çok canlılık gözlemleyemediğim Lizbon'u görmek isterseniz baharda gelmenizi öneririm.
2 Ocak 2015 - Cuma
Sabah erkenden Porto'ya yola çıkmak için kalktık. Ancak nasıl gitmemiz gerektiği konusunda bir ön hazırlık yapmamıştım, yapamamıştım. Nasıl olsa bir araç kiralarız varsayımı ile erkenden kalkarak eşyalarımızı toparladık. Apartmanda kaldığımız için kahvaltıyı evde yapacaktık. Bir gece öncesinden arkadaşlarımızın dairesinde kahvaltı yapacağımızı kararlaştırmıştık ancak böyle lezzetli bir kahvaltıyı hiç tahmin etmemiştim. Lusin, her zamanki müthiş organizasyon becerisi ile bize mükellef bir sabah kahvaltısı hazırladı. Bir yandan kahvaltımızı yaparken bir yandan da I-Pad üzerinden ulaşım alternatiflerini inceliyorduk. Sonunda en garantili yolun havalimanına gidererek oradaki firmalardan kiralamak olduğu
konusunda mutabık kalarak bavullarımızı alıp taksi ile havalimanına doğru yola
çıktık. Uluslararası ve yerel araç kiralama firmalarının bulunduğu
havalimanında yaklaşık 20 dakikalık bir görüşme sonunda bir araç bulduk ve pazar
günü saat 13:00 gibi iade etmek üzere kiralama işlemini tamamladık.
OBİDOS
Yola çıkmadan
önce, 320 km olan Lizbon - Porto arasının araba ile yaklaşık 3,5-4 saat
sürdüğünü öğrenmiştim. Bu hesaplama ile Lizbon'dan
yola çıkarak yolda uğrayabileceğimiz yerleri tespiti ettik. Buna göre üç
alternatif vardı; 1) Obidos 2) Batalha 3) Fatima. Nerede ne kadar zaman
geçirebileceğimizi bilemeden güneşli bir Lizbon sabahı saat 10:30 gibi yola koyulduk.
Saat 12:00'de
ilk durağımız olan Obidos'a vardık. Otoban üzerinden gelirken gördüğümüz hafif
bir yükselti üzerinde kurulu ve etrafı surlarla çevrili bu turistik yerin Portekiz'in
"Yedi Harikası'ndan birisi" olduğunu öğrendik. Burası 1282 yılında
Aragonlu Isabel ile evlenen Kral Dinis tarafından kraliçeye düğün hediyesi
olarak verilmiş.
Bu tarihi eski kente girdikten sonra surlar üzerinde
yaptığımız yaklaşık 15 dakikalık bir tur ardından merdivenlerden inerek St
James Kilisesi'ne vardık. İçeri girdiğimizde her tarafın kitaplarla çevrili
olduğunu görünce kısa bir şaşkınlık yaşadık. Kütüphaneye çevrilmiş olan bu eski kilisede
oturup saatlerce kitap okuyasım ve koltuklardan birinde uzun uzun keyif
yapasım geldi. Bir de Portekizce bilseydim, iyi olurdu.
Kilisenin hemen önünde kurulan sevimli büfede çikolata ile ikram
edilen yöresel vişne liköründen minik birer kadehi kilise merdivenlerinde yudumlarken
tepemizdeki güneş ile de içimizi ısıttık.
Beyaz evleri
ve parke taşlı sokakları ile son derece keyifli olan Obidos yılın ilk günü hem yerli
hem de yabancı turistlerle doluydu. Şansımıza havanın da güneşli olması sayesinde renkli
Obidos'ta iki keyifli saat geçirdik.
FATİMA
Obidos'ta planladığımızdan bir saat fazla kaldığımız için, akşam Porto'ya gecikmeden gitmek üzere, istikametimizi doğrudan Fatima'ya çevirdik ve Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yeralan Batalha'yı bir sonraki ziyaretimize bıraktık.
13 Mayıs 1917'de üç küçük
çoban koyunlarını otlattıktan sonra, ellerinde dua tespihleri ile, bugünkü
büyük bazilikanın bulunduğu Cova İria'da, oynuyorlarmış. Aniden çok güçlü bir
ışık içinde bir kadın kendilerine "daha çok dua etmelerini" söylemiş.
10, 9 ve 7 yaşlarında olan bu 3 çocuk, kadının kendilerine tembih ettiği üzere
her ayın 13. günü aynı yere dua etmeye gitmeye başlamışlar. Durumu öğrenen
kasabanın ileri gelenleri çocukların ağustos ayındaki buluşmaya gitmelerine
engel olmak için onları alıkoymuşlar. Geciken bu buluşma ancak 19 Ağustos günü,
kendilerine eşlik eden 70.000 kişinin önünde gerçekleşmiş. Kendisinin "La
Dame de Rosaire" olduğunu belirten kadın, tüm gelenlere, ilk göründüğü
yerde mucizelerin gerçekleşeceği bir kilise yapmalarını istemiş. Bu buluşmanın
gerçekleştiği ilk dakikalarda da ilk mucize görülmüş ve şekil değiştiren güneş
tekerleğe benzeyerek dünyaya yaklaşmış. Fatima'nın sırlarının üç tane olduğu
söyleniyor. İlki II.Dünya Savaşı'nın çıkması, ikincisi Papa'nın suikasta
uğramasıymış. Üçüncü sırrın ne olduğu veya bilinse de kimde saklı olduğu
bilinmiyor.
Vatikan'a benzeyen bu büyük ve
geniş mabete ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler Fatima için ciddi bir ekonomik kaynak yaratmakta. Uzakdoğu'dan
gelenler dahil, kimi turistlerin dizlerinin üzerinde yaklaşık 150-200 m'lik bir
istikameti kat ederek dua ettiklerini görmek oldukça ilgi çekiciydi. Bu çilekeş dizüstü yürüyüşü ardından dua eden insanlara biz de katıldık. Sonunda hepimiz aynı Tanrı'ya inanıyoruz.
Dualarımız ardından sıra dileklerimiz için mum yakmaya geldi. Bunun için oldukça geniş bir fırın yapmışlar. Dua ettiğimiz yarı açık ibadet yerinin hemen yanı başında yer alan bu fırınlarda gürül gürül ateş yanıyor. Yaklaştığınızda yüzünüzde ateşi hissedebiliyorsunuz ve elimde mumla yaklaştığımda cehennem ateşini hissettirdi. Elimdeki mumu dikemeden doğrudan ateşin içine fırlattım. Sanırım buradaki seremoninin özelliği bu şekilde oluyor çünkü tüm ziyaretçiler 10 cm'den 50 cm'e kadar farklı uzunluk ve kalınlıktaki mumları doğrudan ateşe atıyorlar, sanki odun atar gibi.
Bu arada belirtmem gerekir ki boyutlarına göre fiyatlandırılmış mumlar kilise için bir tür gelir kaynağı. Akıllıca düşünülmüş...
Dualarımız ardından sıra dileklerimiz için mum yakmaya geldi. Bunun için oldukça geniş bir fırın yapmışlar. Dua ettiğimiz yarı açık ibadet yerinin hemen yanı başında yer alan bu fırınlarda gürül gürül ateş yanıyor. Yaklaştığınızda yüzünüzde ateşi hissedebiliyorsunuz ve elimde mumla yaklaştığımda cehennem ateşini hissettirdi. Elimdeki mumu dikemeden doğrudan ateşin içine fırlattım. Sanırım buradaki seremoninin özelliği bu şekilde oluyor çünkü tüm ziyaretçiler 10 cm'den 50 cm'e kadar farklı uzunluk ve kalınlıktaki mumları doğrudan ateşe atıyorlar, sanki odun atar gibi.
Bu arada belirtmem gerekir ki boyutlarına göre fiyatlandırılmış mumlar kilise için bir tür gelir kaynağı. Akıllıca düşünülmüş...
Bu manevi ortamdaki gözlemlerimiz, güneşin kendisini saklayan güneşin soğuttuğu hava ile sona erdi. Porto'da kalacağımız evin anahtarını alacağımız arkadaşı bekletmemek adına tekrar yola koyulduk.
Yaklaşık 1,5 saatlik bir
yolculuk ardından tam 18:00'de Porto'ya vardık. Anahtarlarımızı almak ve
aracımızı park etmek üzere bizi bekleyen hanım ile buluştuk. Kayıt işlemleri
ardından yolun hemen karşı sokağındaki son derece estetik, yüksek tavanlı,
taştan yapılmış odaları barındıran 250 yıllık bir binaya geldik. Giriş
kapısından tutun da merdivenlerine kadar tarihi ve estetik olan bu binanın
şarap ticareti ile uğraşan İngiliz tacirler tarafından kendilerinin ikametgahı olarak yaptırıldığını
öğrendik.
Belirtmemiz gerekir ki bu odaların tek kusuru kışın ısınmaması çünkü kaloriferleri yok. Yazın, taş ev olması nedeniyle içerisini serin tutan bu evler, kışın ısınmıyor. Görevli hanımın bıraktığı iki adet ısıtıcıya rağmen bu yüksek tavanlı odanın ısınması mümkün olmadı ama banyo için bıraktığımız bir ısıtıcı sabaha kadar çalıştı ve en azından banyoyu ısıtabildik. Baharda veya yazın geldiğinizde mutlaka kalmanızı önereceğim bu evleri kış gezinizde tavsiye etmiyoruz. Neyse bu konuya takılmadan biz Porto'daki ilk gecemize bakalım.
Belirtmemiz gerekir ki bu odaların tek kusuru kışın ısınmaması çünkü kaloriferleri yok. Yazın, taş ev olması nedeniyle içerisini serin tutan bu evler, kışın ısınmıyor. Görevli hanımın bıraktığı iki adet ısıtıcıya rağmen bu yüksek tavanlı odanın ısınması mümkün olmadı ama banyo için bıraktığımız bir ısıtıcı sabaha kadar çalıştı ve en azından banyoyu ısıtabildik. Baharda veya yazın geldiğinizde mutlaka kalmanızı önereceğim bu evleri kış gezinizde tavsiye etmiyoruz. Neyse bu konuya takılmadan biz Porto'daki ilk gecemize bakalım.
Saat 19:00 itibariyle
kendimizi dışarı attık. Yolda gelirken büyükçe bir köprüden geçerek geldiğimiz
için nehre yakın olduğumuzu biliyorduk ama rotamızı önce Özgürlük Meydanı'na
(Praça de Liberdade) oradan da Belediye Sarayı'na (Camara Municipal do Porto)
çevirdik. Kaldığımız ev Rua das Flores sokağının başında idi. Yukarı yani
merkeze doğru bu sokak boyunca yaptığımız on dakikalık yürüyüş, bu sokağın dükkanları ile popüler bir sokak olduğunu doğruladı. Bazı binaların dış cepheleri renkli fayans olan azulejoslarla
kaplanmıştı. Sonradan öğrendik ki Douro Nehri'nin iki yanındaki tepelerde
kurulu Porto'nun tarihi evlerini rutubete karşı korumak için hem etkin hem de
estetik bir önlenmiş bu renkli fayanslar.
Meydana çıkınca
karşılaştığımız büyükçe yapının Sao Bento İstasyonu olduğunu içine girince
anladık. Çok anlatmaya gerek yok, resimler bir fikir verir sanırım. Son derece orijinal bir ortam.
İstasyona beş dakika mesafedeki
Özgürlük Meydanı iki gün önceki kutlamaların izini taşımaktaydı. Işıklı
meydanın ortasına ilerleyerek karşımıza dikilen heybetli Belediye Sarayı'na
doğru yaptığımız yürüyüş ardından yanımızda getirdiğimiz şampanyayı açarak anın
tadını çıkardık ve yeni yolculuklar için sağlık ve bereket dileklerimizi
gökyüzüne ilettik.
Porto (yerel dilde Oporto) Hakkında
Romalılar tarafından kurulan
şehir MS 6. yy.da Arapların eline geçmiş. 11. yy.da Kral Leon tarafından geri
alınan Porto 17. yy'dan itibaren İngiltere ve Avrupa ülkeleri arasında gelişen
ticari ilişkiler sayesinde tersane ve gemi yapımcılığı anlamında önemli bir
merkez olmuş. Kaşifler Çağı ile şehrin nüfusunu denizciler ve askerler
oluşturmuş. Böyle bir tarihi geçmişe sahip Porto'nun her hangi bir yıkıma
uğramamış olması büyük bir şans. 2001 yılında da UNESCO Dünya Mirası içinde yer
alan şehir Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş.
Porto'da Görülecek Yerler
Ertesi gün gündüz gözüyle ilk
keşfimizi yine merkeze doğru yapıp öğleden sonra nehri ve diğer yakasını
hedefledik.
Torres dos Clerigos: Şehrin en yüksek yapısı olan bu eser 18.yy'da
İtalyan mimar Niccolo Nasoni tarafından yapılmış. Şehrin panoramik manzarası
için belli bir ücret karşılığında tırmanabilirsiniz.
Sao Francisco: Yapımına 1300
yılında başlanan bu Gotik Kilise'nin içi 18 yy Barok özellikleri ile öne
çıkıyor. Özellikle 200 kg altın kullanılan iç tasarımının en özel parçası Aziz
Fransis'in İsa Ağacı (Tree of Jesse). Mutlaka görünüz.
Livreria Leelo: Ruo Carmo
üzerindeki bu kitapçı çok orijinal bir ahşap iç tasarıma sahip. Yabancı dilde
kitap zenginliği açısından zayıf olsa da görülmesi gereken bir yer. Ancak
kesinlikle fotoğraf çektirmiyorlar.
Mercado de Bolhoao: Porto'nun
halk pazarı.
Palacioda Bolsa (Borsa
Sarayı): Burası için mutlaka girin dediler ama öncelik rehberli tur saatini kaçırdığımız
için fırsat bulamadık. Resimlerden gördüğüm kadarıyla gidilmişken görülmesi
gereken bir yer.
R. Cais Riberia Sokağı: Nehrin
kenarındaki yer alan bu turistik cadde renkli binalar ve balkonları ile keyifli
restauranları barındırmakta. Yılbaşında İstanbul soğuk ile boğuşurken biz
Porto'nun öğle güneşinde evcilleşmiş martılarla yemeğimizi yiyorduk.
Porto Şarapları: Porto'ya
gelmeden önce şaraplarının çok meşhur olduğu konusunda bilgim vardı. Hiç
denememiş olduğum için Porto'daki ilk ve son tam günümüzün öğleden sonrasını
Porto'nun diğer kıyısında yer alan şarap üreticilerinin depolama ve tadım
merkezlerinde geçirmek istedik. Karşı tarafa geçerken Dom Luis Köprüsü'nü arşınlamak sanki Boğaziçi Köprüsü'nü geçiyormuşum hissini uyandırdı. Porto gezimden hafızamda kalan en baskın anlardan birisi nedense bu köprüyü geçerken aldığım keyifli andı.
Köprünün diğer ucundaki teleferiğe binerek vardığımız karşı yaka şarap üreticilerinin yoğun olarak bulunduğu mahallelerden oluşmaktaydı. Ev sahibi hanımın önerisi ile Ferreira Şarap Tesisi'ne gittik.
Köprünün diğer ucundaki teleferiğe binerek vardığımız karşı yaka şarap üreticilerinin yoğun olarak bulunduğu mahallelerden oluşmaktaydı. Ev sahibi hanımın önerisi ile Ferreira Şarap Tesisi'ne gittik.
Belli bir tarifeye göre ödeme
yaparak girilen bu turlardan biz sadece 2 kadeh farklı şarap deneyeceğimiz 45
dakikalık klasik turdan satın alarak Porto şaraplarının tarihçesini, yapım
özelliklerini, depolama şeklini ve sonunda da tatlarını öğrenmiş olduk. Özetle
belirtmem gerekirse Porto şaraplarının tümü tatlı ve kesinlikle yemek şarabı
değil, masa şarabı. Yani yemeklerden önce veya sonra sindirim için tercih
edilen bir şarap türü. Şekerli olmasının nedeni de şöyle anlatılıyor: Zengin
Portekiz bağlarından toplanarak yapılan şarapların İngiltere'ye ulaştırılması sırasında
mayalanmanın devam etmesi nedeniyle yolda ekşiyerek bozuldukları görülmüş. Bunu
yani mayalanmayı durdurmak için şaraba Brandy koymaya başlamışlar. Brandy
üzümün şekerinin tamamen alkole dönüşmesini engelleyip mayalanmayı durdururken
şarabın aromasına da şekerli bir tat eklemiş. Alkolle aram çok iyi olmamasına
rağmen tatlı Porto şaraplarının sadece beni değil, eşimi de arkadaşlarımızı da
hayal kırıklığına uğrattığını belirtmek isterim.
Akşam yemeği: İlk akşam dolu
olduğu için ancak randevu alarak girilebilecek Postigo Do Cavao Restaurant'a
son gecemizde tam rezervasyon saatimizde gittik. Tek kelime ile Porto'nun en
otantik, leziz, bol kepçe, ekonomik ve kaliteli lokantası olduğunu belirtmek
isterim. Burayı da yine kaldığımız odalarımızı kiralayan arkadaştan
öğrenmiştik. Porto'daki son gecemize böyle bir lokantada veda etmek güzel oldu. Lezzetler ve sunum çok başarılıydı.
DÖNÜŞ YOLUNDA
Sabah aracımızla yola çıkarak
tam 2,5 saatte Lizbon'a vardık. Yolda tasarruf ettiğimiz 1,5 saati değerlendirmek
üzere arkadaşlarımı Gülbenkian Müzesi'ne bıraktım, ben de Belem'deki Denizcilik
Müzesi'ne gittim.
Denizcilik Müzesi başarılıydı
ancak Portekiz gibi bir denizcilik geçmişine sahip bir ülkeden çok daha
muhteşem bir müze bekliyorsunuz. Yine de gitmişken görmenizi öneririm.
Eşim ve arkadaşlarımın
Gülbenkian Müzesi gezisine de katılmayı çok arzu ederdim. Çektikleri
fotoğraflardan bazı parçalarını görebildiğim Clauste Gulbenkian çok zengin bir
sanat koleksiyonuna sahip Üsküdar doğumlu bir Ermeni. Musul petrollerinin
çıkartılması ve haklarının batılı petrol firmalarına verilmesine aracılık
ettiği ve her işlemden yüzde beş pay aldığı için "Bay Yüzde Beş"
olarak tarihe geçen bu kişinin hayatı çok ilginç. Umarım onun hakkında bir
belgesel hazırlanır. Ölmeden önce elindeki tüm koleksiyonu Türkiye'ye getirmek
için hükümetten vergi muafiyeti istemiş ama bir şekilde olmamış. Bunu kendisine
sağlayan Salazar'ın daveti üzerine Portekiz'e yerleşmiş ve orada vefat etmiş.
Her dönemin koşulları farklıdır ve hangi gerekçelerle o davet kabul görmedi ve
bu zengin koleksiyon ülkemize gelmedi bilinmez! Ancak o koleksiyonun şu anda Türkiye'de
olması halinde ciddi bir turistik çekim merkezi olacağı da ortada.
Sözün Özü
Zaman sıkışıklığı nedeniyle
Avrupa'nın en batı ucu olan Cabo Da Roca'ya gidemedim. Issız dik kayalıklarının
üzerinde bir deniz fenerinden başka bir şey olmamasına rağmen Avrupa'nın bir
ucunda olma fırsatını kaçırdığım için üzgünüm. Portekiz için önerim baharda
gidilmesi ve 5-6 gün ayrılmasıdır. Sadece Lizbon ve Porto olarak değil çevre
yerleşimler için de kiralayacağınız araba ile keyifli bir kültür ve yemek turu
yapılabilir. Şaraplarını beğenmedim ama peynirleri gerçekten lezzetli.
İmkanınız olursa mutlaka Porto veya Benfica'nın maçlarından birisine de gidin
derim.