St Petersburg
İsmini, Romanov Hanedanı'nın
temsilcilerinden olan, kurucusu I.Petro'dan alan Petersburg, Baltık Denizi'ne
dökülen Neva Nehri'nin üzerinde, soğuk ve nemli bir bataklık üzerine kurulmuş. Kurulması aşamasında 40.000'den fazla köylü ve İsveçli savaş esiri
ölmüş. Bizim tarihimizde
"deli", Rusların tarihinde "büyük" unvanı ile anılan I. Petro'nun
batılılaşma vizyonunun ürünü olan Petersburg, 1710 yılından 1918 yılına kadar
Rus İmparatorluğu'nun başkenti olarak kalmış ve 20. yüzyıl içinde üç kez isim
değiştirmiş; "Petrograd, Leningrad, St Petersburg".
I.Petro (The Great)
Yaşanmışlıkları ve hikayeleri ile
neredeyse her bir köşesi bir romana konu olmuş bu asil ve
çekici şehrin fırtınalı tarihine, çarlarına, çariçelerine, saraylarına,
entrikalarına ve müzelerine ait gözlemlerimi beğeninize sunuyorum.
19 Eylül cumartesi THY'nin
10:55 seferi ile yola çıktık. Üç saatlik bir yolculuk ardından parçalı bulutlu
bir havada St Petersburg Havalimanı'na indik. Pasaport kontrolü ardından ilk iş
olarak cebimizdeki dövizleri bozdurduk (1 USD = 3 TL = 64,70 Ruble). Yaz saati
uygulaması kapsamında herhangi bir saat farkının olmadığı şehrin merkezine
havalimanından tuttuğumuz taksi ile yarım saatte ulaştık. Havalimanındaki taksi
tarifesine göre 800 Ruble (yaklaşık 40 TL) tutan yolculuğumuz boyunca
caddelerin genişliği ve binaların hemen
hemen aynı yükseklikte oluşu dikkat çekiciydi. Kaldığımız "Apart Hotel on
Italianskaya" tarihi merkezde, Dökülen Kan Kilisesi'ne 250 m mesafede bir
yer. Bizimle koordinasyonu sağlayan Dimitri'nin yönlendirdiği Oksana ile
buluşarak anahtarlarımızı alarak dairemize vardık ve kısa süreli bir dinlenme
ardından kendimizi St Petersburg sokaklarına attık. (Yaklaşık 5 ay
önce booking.com üzerinden yaptığımız rezervasyon ile oda başına 3 gece için 14.000
Ruble yani yaklaşık 700 TL ödedik. Gelmeden hemen önce yaptığımız araştırmada
fiyatların bunun çok üzerine çıktığını gördüğümüz için mümkünse aylar
öncesinden rezervasyon yapmanızı öneririm.)
Hemen belirteyim ki St
Petersburg'da dükkan isimleri, işaretler ve dokümanların neredeyse tamamı Kiril
alfabesinde. Bu durum, kendi olanakları ile rehbersiz gelenleri zorlayabilir.
Bu sıkıntıyı 2009 yılında Kırım gezisi sırasında yaşamıştım. Dönüşte, kısa
süreli de olsa devam ettiğim Rusça Kursu'nun faydalarını bu gezimde fazlasıyla gördüm.
Genel Olarak St Petersburg
St Petersburg beş ana bölgeden
oluşmakta. Neva nehrinin bir tarafında Ermitaj (Hermitage) Müzesi'nin bulunduğu "Saray
Yakası", bizim kaldığımız "Gostini Divor" ile "Sennaya
Ploça", diğer yakasında ise "Vasilyevski Adası" ve "Pedrogradskaya"
yer almakta.
Neva'nın güneyindeki "Saray
Yakası", adından da belli olduğu gibi saraylara ev sahipliği yapmakta.
Doğu tarafındaki "Gostini Dvor" şehrin en hareketli caddesi olan
Nevski Prospekt boyunca sıralanmış mağazalar, barlar ve restoranları ile şehrin
ticari merkezi. Batıdaki "Sennaya Ploşçad" yeşil alanları ve romantik
kanalları ile Dostoyevski romanlarındaki 19.yy yaşamının izlerini taşıyor. "Vasilyevski
Adası" akademik kurumları ve müzeleri ile öne çıkmakta. Kuzeydeki
"Petrograskaya"da ise Petro'nun şehrin temeli anlamında ilk inşa
ettirdiği Petro&Pavel Kalesi bulunmakta.
İlk gün (19 Eylül)
Bu bilgilendirmelerden sonra
otele yerleşmemizi takiben gerçekleştirdiğimiz rotamıza dönelim. Kaldığımız apart otel Gostini Dvor
bölgesindeydi. Gostini Dvor "Büyük Pazar" anlamına gelmekte. Burası
18. yy başlarında Petersburg'un ticaret hayatının kalbiymiş. Nevski Caddesi'nin
de açılmasıyla birlikte çok sayıda yabancı misafir ve tacir de buraya
yerleşmiş. Çarlığın ve Rus Aristokrasisi'nin değerli taş ve lüks eşya
ihtiyacını buradaki pazar karşılarmış. Bugün Nevski Caddesi boyunca sıralanmış
tarihi binalar zamanında büyük ticari ve finansal kuruluşlara aitmiş.
Singer Company Binası
Nevsky Prospekt
Elimizdeki haritaya göre
rotamızı hemen Dökülen Kan Kilisesi'ne çevirdik. Otelimize 250 m mesafedeki bu
renkli kilise kanalın hemen yanında yer almakta ve masallardaki şatolar gibi
dikkat çekici.
Dökülen Kan Kilisesi
Kilise, Çar II. Aleksandr'ın 1881
yılında suikasta kurban gittiği yerde inşa edilmiş. Yapının içine girmedik ama
dışarıdan bakınca son derece ilgi çekici. Beş kubbenin her biri yani toplam 1.000
m2'lik alan "mine" kullanılarak kaplanmış. Çan kulesindeki 144 adet
mozaik arma Rus Çarlığı'nın bölgelerini, şehirlerini simgelemekte. Bütün Ruslar
tarafından Aleksandr'ın ölümüne duyulan üzüntüyü yansıtmaktaymış.
Dökülen Kan Kilisesi
Mozaik Alınlık Tablası'nda
Yeni Ahit'ten sahnelerin betimlendiği canlı mozaikler bulunmakta. Ayrıca ön
cephede kırmızı Norveç graniti üzerinde altın harflerle yazılmış şekilde II.
Aleksandr zamanında yaşanmış önemli olaylar yer almakta (serfliğin serbest
bırakılması, Orta Asya'nın fethi gibi olaylar).
Yanından kanal geçen
bu kilisenin hemen ilerisindeki uzun binanın, günümüzde Ortodoks Kilisesi
olarak kullanılan tarihi Çarlık Ahırları olduğunu öğrendik. 1817-23 yıllarında
yapılan bu yapı, aynı zamanda Aleksandr Puşkin'İn cenazesinin de kaldırıldığı
yermiş. İçine girmemekle birlikte eskiden ahır olan bu yapının bir kısmının
kilise olarak hizmet vermesi aklımızda kaldı.
Bol Konyuşennaya Caddesi
Nevski Prospekt'e çıktığımızda
dikkatimizi çeken ilk şey yolun karşısındaki heybetli Kazan Katedrali oldu. Bu
heybetli yapının katedral olduğunu ancak içeri girdiğimizde anladık.
18:00 sularında ziyarete
başladığımız bu muhteşem iç dekorasyonlu katedral 1811 yılında on yılda
tamamlanmış. Serf mimar Andry Vorohonin, bu eseri yaparken Roma'daki San Pietro
Katedrali'nden etkilenmiş. Katedral
adını mucizeler getiren Kazan Madonnası ikonundan almış. 80 m'lik kubbesi ve
pembe Fin granitinden sütunları çok heybetli. Biz gezerken bir ayine denk
geldik. Girişin üstündeki koronun performansı
yorgunluğumuzun üzerine ruhumuza masaj gibi geldi. Buranın tarihini incelerken
öğrendim ki komünizm zamanında diğer katedraller gibi burası da Ateizm Müzesi
olarak faaliyet göstermiş. İşe yaramış mı? Sonuç ortada...
Bu etkileyici katedralde geçirdiğimiz yaklaşık yarım saatlik bir
gözlem ardından istikameti Nevsky Prospekt'in paralelindeki arka sokaklara
çevirdik.
Çatıdaki kedilere dikkat:-)
Havanın kararmak üzere olması
nedeniyle, acıkmasak da, akşam yemeği için güzel bir restoranı önceden kararlaştırmak istedik. Katedralden hemen çıkınca Kazanskaya Ulitsa üzerinde denk geldiğimiz Gürcü Restoran'ı Suliko'nun buradaki Gürcülerin de favorisi olduğunu
öğrenmiştim. Etin ön planda olduğu ve şarapları ile övünen Gürcü restoranını
denemek kısmet olmamıştı. Maalesef henüz tok olduğumuz için burayı sonraki
akşamlar için not ederek yola devam kararı aldık.
Ancak bu arada kafayı bir Kafkas sofrasına taktığım için elimdeki haritaya göre, önümüzdeki güzergah üzerindeki Ermeni restoranı olan Erivan'ı hedefledik. Arkadaşlarımın da onayıyla Şennaya Ploşçad üzerinden bir kanala komşu (Nabrejnaya Reki Fontanki) Erivan'a çevirdik. Gündüz yolculuğunun da verdiği yorgunluk nedeniyle, ağırlaşmaya başlayan sırt çantalarımıza bir de sabah kahvaltısı için marketten aldığımız ağırlıklar ve litrelik sular da eklenince, hızımız yavaşlamaya başlamıştı ki Erivan'ın tabelasını görmek sevindirdi.
Ancak bu arada kafayı bir Kafkas sofrasına taktığım için elimdeki haritaya göre, önümüzdeki güzergah üzerindeki Ermeni restoranı olan Erivan'ı hedefledik. Arkadaşlarımın da onayıyla Şennaya Ploşçad üzerinden bir kanala komşu (Nabrejnaya Reki Fontanki) Erivan'a çevirdik. Gündüz yolculuğunun da verdiği yorgunluk nedeniyle, ağırlaşmaya başlayan sırt çantalarımıza bir de sabah kahvaltısı için marketten aldığımız ağırlıklar ve litrelik sular da eklenince, hızımız yavaşlamaya başlamıştı ki Erivan'ın tabelasını görmek sevindirdi.
Restoran'a geldiğimizde
mekan ve kişiler çok tanıdık geldi. İçerisinin dolu
olmasına ve rezervasyonumuzun olmamasına rağmen güzel bir masa bulduk. Lafı uzatmaya gerek yok, midemiz, gözümüz ve
kulaklarımız bayram etti.
Keyifli akşam yemeğinden sonra önce Nevsky Prospekt'e ardından da odamıza doğru yola koyulduk. Cumartesi akşamı Petersburg caddeleri tiyatrolardan veya konserlerden çıkan insanlarla doluydu.
20 Eylül Pazar
Sabah kahvaltımızı bizim odada
yaptıktan sonra saat 09:00 da, yüksek performans gerektiren güne kapalı ama keyifli bir
havada başladık. Pazar sabahı olması nedeniyle olsa gerek etrafta sadece spor yapanlar ve turistler vardı. Tam bir huzur ortamı...
İlk rotamız Rus Müzesi idi. Elimdeki haritaya göre ilerlerken, etkisinde kaldığım sessizlik ve huzurdan olsa gerek, Rus Müzesi'nin geniş arka bahçesinde yer alan Mihaylovski Kalesi'ne girmişiz.
İlk rotamız Rus Müzesi idi. Elimdeki haritaya göre ilerlerken, etkisinde kaldığım sessizlik ve huzurdan olsa gerek, Rus Müzesi'nin geniş arka bahçesinde yer alan Mihaylovski Kalesi'ne girmişiz.
Bu kale 1823 yılında
Mühendisler Alayı tarafından alınmış. Okulun en ünlü mezunu Dostoyevski olmuş.
Kalenin ön avlusu
Yarım saatlik turumuz ardından, Rus Müzesi ziyaretini, havanın bozma ihtimaline karşı, erteledik ve rotayı öncelikle yazlık ve kışlık saraylara çevirdik.
Panteleymonovski Köprüsü
Açık hava müzesi gibi olan St Petersburg'da görülmesi gereken çok yer var. Günlük gezi planımızı yaparken "şu kadar zamanda bitiririz" diye hesap ettiğim yerlerde daha uzun zaman geçirmemiz ve harita üzerinde birbirine yakın gözüken yerlerin yürüme mesafesinde zaman alması nedeniyle, sürekli plan güncellemesi yapmak durumunda kalım. Bu nedenle, zamanımızın da kısıtlı olmasına bağlı olarak, Yazlık Saray yerine rotamızı Kışlık Saray ve Ermitaj'a çevirdik.
Yazlık Bahçeler'in Neva Nehri kıyısına açılan kapısından çıkarak, nehir boyunca, insanın içine çaktırmadan işleyen rüzgarın eşliğinde yaptığımız yirmi dakikalık bir yürüyüş oldukça keyifliydi. Ama Ermitaj'a kadar dayanamadan ara sokaklardan birisine daldık.
Saray Meydanı
Ocak 1905'deki
Kanlı Pazar katliamında askerlerin silahsız halka ateş açtıkları ve yüzlerce
kişiyi öldürdükleri, 7 kasım 1917'de Lenin'in Bolşevik destekçilerinin
toplanarak Kışlık Saray'a saldırdıkları yer burası. Alanın ortasındaki
Aleksandr Sütunu, Napolyon'a karşı kazanılan zaferin bir anısına Çar I
Aleksandr'a hediye edilmiş. Kaidenin üzerinde "Minettar bir Rusya'dan I. Aleksandr'a" yazmakta. Bu anıtın 600
tonluk ve tek başına ayakta durabilen en büyük anıt olduğunu sonradan öğrendik.
Aleksandr Sütunu
Alanın batısında Donanma
Binası, doğusunda Muhafız Karargahı, güneyinde ise Genelkurmay Başkanlığı
Karargahı yer almakta.
Buraya kadar gelmişken
Ermitaj'a girmemek olmazdı ama bilet sırasında uzun uzun beklemek yerine kısa
zamanımızı güneşli havada Aziz İsak Katedrali'ni gezerek ve kanal gezisi yaparak değerlendirmeye karar
verdik.
Aziz İsak Katedrali:
1858
yılında ibadete açılmış bir mühendislik harikası. Sulak araziye binlerce ahşap
kazık ve 48 devasa sütun dikilerek yapılmış. İçerisi muhteşem. İkonastasis ve
tavan resmi mutlaka görülmeli. Tam bir ikon cenneti. Bu arada belirtmeliyim ki
burası da Sovyetler döneminde Ateizm Müzesi olarak kullanılmış.
Aziz İsak Katedrali
Tavan resmi
İkonastasis
Katedralden çıkınca Neva
Nehri'nde gezi yapmak için yeşillikler içinde bir parka yöneldik. Bu park
Senato Meydanı'nın önünde yer almakta. Günümüzde yeşil bir park olan bu alan eskiden Senato'nun önündeki meydanın büyük parçasıymış. Bu meydanda Rusya'daki ilk devrim girişimi meydana gelmiş. "Dekabrist Ayaklanması" denen ve 14 Aralık 1825'de meydana gelen bu olay I.Nikolay'ın taç giyme töreni sırasında olmuş. Avrupa'da bulundukları sırada demokratik yönetimlerin sunduğu özgürlüklere şahit olan subaylar, liberaller tarafından, Nikolay'ın kardeşi Konstantin'i desteklemek için çağrılırlar. O Konstantin ki, kardeşi Nikolay lehine, taht üzerindeki kendi hakkından feragat etmiş birisi. Buna rağmen muhalifler işte bu Senato Meydanı'nda toplanmışlar. Hükümdarlığı boyunca "Demir Çar" olarak anılacak olan I. Nikolay, toplanan bu kalabalık üzerine ateş açtırır. Çara bağlı askerlerin toplanan kalabalığa açtığı ateş sonucu başlayan ve saatler süren çatışmada yüzlerce kişi ölür. Hareketin elebaşı beş subay idam edilir ve yüzlerce kişi Sibirya'ya sürülür.
İşte hikayesi bu şekilde olan bu meydanın yerinde bulunan bu yeşil alan gününüzde Petersburgluların aileleri ile geldikleri keyifli bir yer.
Bu parkın sonunda, tam Senato Meydanı'nın Neva'ya yakın tarafında, Büyük Petro'nun at üzerinde bronz bir heykeli yer almakta. Halkın beğenisine 1782 yılında sunulmuş olan bu heykel Büyük Yekaterina'nın kocası I. Petro'ya yaptığı bir jest olarak tasarlanmış. Altında da Latince ve Rusça olarak "II. Yekaterina'dan I. Petro'ya" yazmaktaymış. Petro'nun ayakları altında ezilen yılan da "ihaneti" temsil etmekteymiş.
İşte hikayesi bu şekilde olan bu meydanın yerinde bulunan bu yeşil alan gününüzde Petersburgluların aileleri ile geldikleri keyifli bir yer.
Bu parkın sonunda, tam Senato Meydanı'nın Neva'ya yakın tarafında, Büyük Petro'nun at üzerinde bronz bir heykeli yer almakta. Halkın beğenisine 1782 yılında sunulmuş olan bu heykel Büyük Yekaterina'nın kocası I. Petro'ya yaptığı bir jest olarak tasarlanmış. Altında da Latince ve Rusça olarak "II. Yekaterina'dan I. Petro'ya" yazmaktaymış. Petro'nun ayakları altında ezilen yılan da "ihaneti" temsil etmekteymiş.
Bronz Atlı
Heykelin hemen karşısında yer
alan Neva Nehri'ndeki iskeleden, güzel bir pazarlık sonucu, nehir ve kanal turu
yapmak üzere üzeri açık bir tekneye bindik. Bu gezi sırasında Amsterdam'daki
kanal turunu anımsadığımızda Petro'nun bu şehri tasarlarken Amsterdam'ı ziyaret
ederek örnek aldığını çok net görebiliyorsunuz.
Bir saate yakın tekne turumuz
ardından istikameti Aziz İsak Meydanı'na bakan İngiltere Oteli'ne (Hotel Angleterre) yönlendirdik.
Zamanının en popüler mekanlarından olan bu otelin ziyafet salonu, Hitler'in zafer
kutlamaları için planlanmış. Ondan öncesinde de Dünya'yı Sarsan On Gün adlı
eserinde devrimi anlatan John Reed de, Bolşevikler başa geçtiğinde burada
kalmış. Biz de bu oteli görmek istedik
ama maalesef keyifli bir kafe vs bulamadık. Bu arada belirtmeliyim ki St
Petersburg'da açık hava kafeleri maalesef yok denecek kadar az.
Yorucu bir gün ardından, az da olsa dinlenmek adına otele geri dönerken, soluğu Nevski Caddesi'nde otelimize yakın ve dışarıda masaları olan bir kafede aldık. Antalyalı bir Türk tarafından işletildiğini öğrendiğimiz bu kafenin bahçesinde soğuğa aldırmadan yudumladığı-mız sıcak çay ve yanımızda getirdiğimiz kuruyemişler ile, "adımsayar"da gördüğümüz 28.000 adımlık yüksek performansımızı kutladık.
Yaklaşık 1,5 saat mola verdiğimiz bu keyifli kafe molasının ardından bitmek üzere olan takatimiz nedeniyle akşam yemeğimizi odamızda, kahvaltılıklarla yapmaya karar verdik.
Ardından, tüm yorgunluğa rağmen, gece gözüyle Nevski Prospekt...
Ardından, tüm yorgunluğa rağmen, gece gözüyle Nevski Prospekt...
21 Eylül Pazartesi
Petersburg'daki son günümüzde, hava kapalı ve sabah serinliği kendini hissettiriyordu. Akşam 18:50'deki Moskova uçağımız öncesi bugünün hedefleri Ermitaj Müzesi, Yusupov Müzesi ve Petrogradskaya'daki Petro & Pavel Kalesi'ydi. Zamanın sıkışık olması nedeniyle bavulları hazır getirip sabah kahvaltısı ardından saat 08:30 gibi istikametimizi öncelikle Petro & Pavek Kalesi'ne çevirdik. Çünkü Ermitaj Müzesi hem 10:00'da açılıyorde hem de karşı yakayı bitirerek otele yakın yerler sona kalsın istedik.
Yine tabanvay ile, bir önceki güne ait adım rekorunu kırmak üzere, yola koyulduk. Ermitaj Müzesi'ni pas geçerek önce Dvortsovi Köprüsü, ardından da Birjevoy Köprüsü üzerinden Neva Nehrinin diğer tarafına yani Petrogradskaya'ya geçtik. Haftanın ilk iş günü olması nedeniyle bir önceki gün olmayan trafik vardı.
Dvortsovi Köprüsü
Birjevoy Köprüsü'nden manzara
Petro & Pavel Katedrali'ne bakış
Yine tabanvay ile, bir önceki güne ait adım rekorunu kırmak üzere, yola koyulduk. Ermitaj Müzesi'ni pas geçerek önce Dvortsovi Köprüsü, ardından da Birjevoy Köprüsü üzerinden Neva Nehrinin diğer tarafına yani Petrogradskaya'ya geçtik. Haftanın ilk iş günü olması nedeniyle bir önceki gün olmayan trafik vardı.
Dvortsovi Köprüsü
Birjevoy Köprüsü'nden manzara
Petro & Pavel Katedrali'ne bakış
Petrogradskaya (Petrograd Yakası)
Burası, Büyük Petro'nun şehrinin yapımında çalışan işçilerin yaşadıkları ahşap kulübelerle dolu bir semtmiş. 1890'larda Troçki / Üçleme Köprüsü inşa edilene kadar nüfusu çok seyrekmiş. Ardından nüfus katlanmış.
Petro&Pavel Kalesi
Petersburg'un tarihi, Petro&Pavel Kalesi'nin 1703'te inşası ile başlar. Kalenin inşaatında çalıştırılan işçilerin yüzlercesi ölmüş.
Bu kalenin tarihi ve yolu düşen şahsiyetlerinin hikayeleri de dikkat çekici. Kale olunca, haliyle, içinde hapishanesi de oluyor. Şöyle ki kalenin tabyalarında, aralarında Büyük Petro'nun oğlu Aleksey'in de olan pek çok siyasi suçlu hapsedilip işkence görmüş. Troçki, gibi meşhur kişiler de burada hapis yatmışlar.
Ayrıca belirtmek isterim ki, Romanov hanedanın, Bolşevik Devrimi ile ortadan kaldırılan son üyelerinin mezarları da katedralde yer almakta.
Katedral
Neva Kapısı
Yusupov Sarayı
İki tam güne denk gelen kısa St Petersburg ziyaretimiz sırasında mutlaka görmemiz gereken yerler arasına koyduğumuz Yusupov Sarayı'na öğlen 13:00 sularında vardık. Bu ziyaretin nedenini sorarsanız, gençlik dönemimin ünlü grubu Boney M'in
klasiklerinden olan "Rasputin" parçasıyla öğrendiğim ve filmlere konu
olan "kutsal adam" Grigori Rasputin'in hayatı hep ilgimi çekmişti. İşte
o Rasputin bu sarayın mahzeninde öldürülmüş.
Peki kim bu Yusupovlar? Aslı
Nogay Türkü olan Yusupovlar Moğol-Tatar egemenliği ardından din değiştirip Rus tebaasına
geçmişler. Bunun karşılığında da sahip oldukları güç artarak devam etmiş.
Prens Feliks Yusupov
Prens Feliks Yusupov
Saraya giriş 700 Ruble. İçeri
girdiğinizde karşınızdaki İtalyan mermerden yapılmış merdiven dikkat çekici.
Son derece gösterişli olan iç mekan tasarımlarına Rokoko üslubunda yapılmış bir
de tiyatro sahnesi eşlik ediyor. Resim koleksiyonları göz alıcı. Ayrıca
çeşmesi, mozaikleri ve kemerleriyle dikkatleri çeken Mağribi Odası da Yusupov
Ailesi'nin zevki ve zenginliği konusunda oldukça fikir veriyor. Ahşap çalışma odası da başarılı. Bence
görülmesi gereken bir ziyaret noktası.
Rasputin'in öldürüldüğü en alt
kattaki mahzene gitmek için de ayrıca bilet almanız gerekiyor. Bunun için de kişi
başı 400 Ruble verdik. Önerim girmenize gerek yok, resimler aşağıda.
Rasputin'in Ölümü
Bir köylü çocuğu olarak 1869
yılında doğan Rasputin okuma-yazma bilmeden 15 yıl boyunca Rusya'da gezip her
yerde vaazlar vermiş. Daha sonra 1905 yılında St Petersburg'da yapılan büyük
bir dini toplantıya katılmış. Orada saygın din adamlarıyla tanışması kısa zaman
içinde kendisine bu çevrede saygın bir yer edinmesini sağlamış. Bu sayede Çarlık
Sarayının müdavimlerinden olmuş. 1907 yılında Çar'ın oğlu Aleksey hemofili hastalığına
yakalandığında doktorlar tüm çabalarına rağmen çocuğun iç kanamaları durduramamış
ve oğlanın yakın zamanda öleceği Çar'a bildirilmiş. Saray camiasında "şifacı"
olarak bilinen Rasputin son çare olarak Çariçe tarafından çağrılmış
ve mucizevi şekilde çocuğu iyileştirmeyi başarmış. İşte bu başarısından sonra Rasputin, Çar
ailesi için çok önemli bir şahıs haline gelmiş ve sarayda devlet yönetimi dahil her
konuda önemli bir etkiye sahip olmaya başlamış. Öyle ki uzmanların önerilerinin aksine
kararlar alınmasına yol açmaktaymış.
Bu esnada I. Dünya Savaşı'nın
başlangıcında alınmaya başlanan yenilgilerle beraber Çarlık rejiminin içine
girdiği kriz derinleşir. Sarayda önemli bir etkiye sahip olan Rasputin, zamanla
rejimdeki başarısızlıkların nedeni olarak görülmeye başlanıyor. Kimi çevrelerce
Alman yanlısı ve vatan haini olarak damgalanmış. Ayrıca önemle belirtmeliyim
ki bu şifacı dev adamın St Petersburg'daki aristokrat bayanlar arasında "iddialı
bir şifacı" olduğu ve "duygusal travmaları" etkili bir şekilde tedavi ettiği
bilinirmiş (Boney M'in Rasputin isimli şarkısında ifade edildiği şeklinde kendisi "Russia's greatest love machine" olarak anılırmış). Monarşinin devamını isteyenler arasında Rasputin'in ortadan
kaldırılmasıyla beraber yönetimin düzeleceğine inananlar suikast planlamaya
girişiyor. Suikastçilerin önde gelen ismi de, Yusupov Sarayı'nın sahibi Prens Feliks
Yusupov.
Sarayda verilen bir yemek
davetinde Rasputin'e zehir verilir. Pastalara ve kadehine siyanürün tozlaşmış
hali konulur fakat Rasputin pastaları yemesine rağmen zehirlenmeyince silahla
vurulur ve öldü zannedilir; ancak Rasputin ayağa kalkarak Prens'in yakasına
yapışır. Sonrasında ise bahçeye kaçarken zorlukla bir kez daha vurularak karların
üzerine düşer. Buzlu bir nehire atılan Rasputin, köprüden 140 metre uzakta ölü
olarak bulunduğunda otopsi yapılır. Yapılan otopside Rasputin'in ciğerlerinde
suya rastlanmaz ve ölümünün, kafasına sıkılan üçüncü kurşundan kaynaklandığı
anlaşılır.
İşte böyle. Filmlere konu olan
Rasputin'in hayatını incelemenizi öneririm.
Ermitaj Müzesi:
Bence, tek kelimeyle, Avrupa'nın en zengin ve muhteşem müzesi. Eski Şark, Yeni Şark ve batı eserleri olmak üzere muhteşem bir koleksiyona sahip. Hakkıyla dolaşalım derseniz bir tam günü çok rahatlıkla geçirebilirsiniz. Mutlaka görünüz.
19 Eylül'de öğleden sonra başlayan ve 21 Eylül'de yine öğleden sonra biten iki tam günlük kısa St Petersburg gezi notlarım bu kadar. Buna ilave olarak, önemli edebiyatçılar ve şairler çıkaran bu keyifli şehrin ve Rusya'nın özet tarihini de, yeni ziyaret edecekler için paylaşmak isterim.
Rusya'nın Kısa Tarihi
Bizim memlekette "Rusya Tarihi"
denince çoğumuzun aklına genelde, Çariçe Katerina ve Baltacı Mehmet Paşa
arasında yaşanıldığına inanılan kaçamak ve bu nedenle askeri açıdan kaçırıldığı
düşünülen tarihi fırsat gelir. Müsadenizle sizlerle, Rusya'ya gitmeden önce ana
hatları ile bilinmesi gerektiğine inandığım özet Rus tarihine ilişkin notlarımı
paylaşayım;
Rusya, komünizm öncesi, iki
hanedanlık tarafından yönetilmiş; "Rurikler" ve "Romanovlar".
Rurik Hanedanlığı
Roma İmparatorluğu'nun 5.yy da
yıkılmasından sonra Avrupa'da barbar akınları ile ortaya çıkan merkezi yönetim
açığı, Slav kabilelerinin kendi aralarındaki mücadelelerde de kendini gösterir.
MS 862 yılına kadar dağınık
kabileler halinde yaşayan Slavların daveti üzerine, bir Viking reisi olan "Rurik"
bugünkü Kiev'e gelip şehrin temellerini atar ve yönetimi altında bütün
kabileleri birleştirir.
988 yılında, Rurik soyundan
gelen Prens Vlademir Ortodoksluk Mezhebi'ni kabul eder. (Bu esnada bizim
atalarımızın henüz Anadolu'ya gelmediğini, Hazar Denizi civarında farklı Oğuz
boyları olarak yaşadıklarını hatırlatmak isterim).
13 yy'da başlayan Moğol-Tatar
akınları sonucunda 1240 yılında Moskova'da Moğol hakimiyeti kurulur. Rusya'nın
devletleşme ve kültürel açıdan ilerleme dönemi bu istila sonucu yaklaşık iki
yüzyıllık bir süre için durur.
Takip eden dönemde Rusların
Moğol-Tatar Orduları karşısında gösterdikleri direniş Avrupa'nın da benzer bir
kadere uğramasını önlemiştir.
(Hemen
hatırlatmak isterim ki, 1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti de Moğollara
karşı Kösedağ Savaşı'nı kaybederek yıkılır ve Anadolu'da da Moğol hakimiyeti
başlamıştır.)
1480 yılına gelindiğinde III.
Ivan komutasındaki Rus Orduları Moğol-Tatar güçlerini yenerler ve Ruslar artık büyük bir güç olma yolunda ilk adımları atarlar.
1453 yılında İstanbul'un
Osmanlıların eline geçmesi ihtimali nedeniyle Bizans İmparatorluk ailesinin bir
kısmı, kuşatmadan önce Moskova'ya kaçar. Bizans İmparatoru Konstantin'in yeğeni
ile siyasi bir evlilik yapan III. Ivan kendisini Bizans İmparatorluğu'nun
varisi ilan eder. Bizans'ın imparatorluk arması olan altın sarısı zemin üzerine
siyah çift başlı kartalı kullanmaya başlar.
1547 yılında 17 yaşında
IV.Ivan (Korkunç) tahta çıkar. Çar olur
olmaz kendisini Büyük Çar değil, "Tüm Rusya'nın Çarı" olarak ilan
eder.
Kazan Hanlığı'nı Rusya'ya
katar.
Tıpkı Osmanlı'daki taht
entrikaları nedeniyle zor şartlarda yetişen IV. Ivan intikamcı, sadist ve
şüpheci bir karaktere sahiptir. Tahta en uygun erkek varisi olan 27 yaşındaki oğlu
Ivan'ı, geçirdiği bir öfke nöbeti esnasında kendi elleri ile öldürür.
Oğlunun ölümünden üç yıl sonra
1581 yılında 53 yaşında ölen Korkunç Ivan'ın yerine ikinci karısından olan tek
oğlu Fedor geçer. Zayıf karakterli olan Fedor'un 14 yıllık hükümdarlığı
ardından yerine erkek varis bırakmaması Rurik Hanedanlığı'nın sonunu getirir.
Romanov Hanedanlığı
(1613-1918)
Rus prensleri 1613 yılında
yeni çar olarak Romanovlardan Michael Fedorovic Romanov'u seçerler. Böylelikle
siyasi istikrarsızlık ve entrikalarla geçen çalkantılı bir süreç sona erer.
Bu hanedanlığın en dikkat
çeken ve Rusya tarihine tek başına ciddi yön veren şahsiyeti 6. yöneticisi olan
I. Petro'dur.
Büyük Petro
Büyük Petro
Rusya'nın batılılaşması için
önemli adımlar atan Petro bizzat Avrupa'ya giderek Almanya, Hollanda, İngiltere
ve Avusturya'da gemi yapımı, anatomi, diş hekimliği ve başka başka zanaatkarlık
konularında bizzat incelemelerde bulunmuş ve bunların Rusya'ya getirilmesine öncelik etmiştir. Ülkesine döndüğünde de, tıpkı III.Selim ve II.
Mahmut'un yaptığı gibi batılı eğitim ve askeri kurumlarını hayata geçirmiş,
hatta Streltsy denen bizdeki Yeniçeri benzeri askeri kurumu 1699 yılında kanlı
şekilde lağvetmiş ve merkezi otoriteyi güçlendirmiştir. Bu yönüyle 126 yıl
sonrası için II. Mahmut'a örnek olmuş olabilir. Ayrıca kılık kıyafet konusunda da düzenlemeler getirmiş ve sakal bırakmayı yasaklamıştır.
Petro Hollanda'da
Petro Hollanda'da
Sakalların zorla kesilmesine dair
Petro'nun yurtdışı gezileri sırasında oğlu prens Aleksis, babasının önderlik ettiği değişim politikalarına karşı çıkarak muhaliflerle işbirliği yapmıştır. Bunu öğrenen Petro, döndüğünde hem muhalifleri hem de oğlunu cezalandırarak ortadan kaldırmıştır. Rusya tarihindeki bu ikinci oğlunu ortadan kaldırma örneği, Osmanlı'daki Kanuni ve Şehzade Mustafa örneği gibidir.
Petro oğlu Aleksis'i sorgularken
Petro Hollanda'da
Petro Hollanda'da
Sakalların zorla kesilmesine dair
Petro'nun yurtdışı gezileri sırasında oğlu prens Aleksis, babasının önderlik ettiği değişim politikalarına karşı çıkarak muhaliflerle işbirliği yapmıştır. Bunu öğrenen Petro, döndüğünde hem muhalifleri hem de oğlunu cezalandırarak ortadan kaldırmıştır. Rusya tarihindeki bu ikinci oğlunu ortadan kaldırma örneği, Osmanlı'daki Kanuni ve Şehzade Mustafa örneği gibidir.
Petro oğlu Aleksis'i sorgularken
I. Katerina
Tarihimizdeki meşhur Katerina Büyük Petro'nun eşidir. 1711’de Prut Seferi’nde Büyük Petro’nun yanındaydı. Petro bu savaşta kazanılan başarıyı Katerina’nın cesareti ve soğukkanlılığına bağladı. 1712’nin Şubat ayında evlendiler.
Tarihimizdeki meşhur Katerina Büyük Petro'nun eşidir. 1711’de Prut Seferi’nde Büyük Petro’nun yanındaydı. Petro bu savaşta kazanılan başarıyı Katerina’nın cesareti ve soğukkanlılığına bağladı. 1712’nin Şubat ayında evlendiler.
Romanov Hanedanlığı 1918
yılında, II. Nikolay'ın çarlığı sırasında olan Bolşviklerin Ekim Devrimi ile
sona ermiş ve hanedanlığın tüm üyeleri trajik bir şekilde ortadan
kaldırılmıştır.
Çar II.Nikolay ve Ailesi
Kıssadan Hisse
·
Petersburg'u beğendim ama İstanbul'a döndüğümde
daha çok özlediğimi itiraf etmeliyim.
·
İnsanları bizim gibi sıcak kanlı değiller. Çetin
hava koşulları olsa gerek, biraz fazla ciddiler gibi geldi.
·
Şehrin asil bir havası var. Son derece planlı bir kent. Çok ferah ve enine...
·
Tam bir açık hava müzesi ve kültür kenti.
·
Sade bir estetik var ama müzelere ve kiliselere girince
müthiş bir zenginlik göze çarpıyor. İkona cenneti bir şehir.
·
Temmuz, ağustos ayları gezmek için güzel bir zaman olsa
gerek.
. Giderseniz en az üç tam gün kalın ve sindirerek dolaşın.
. Giderseniz en az üç tam gün kalın ve sindirerek dolaşın.