18 Ekim 2015 Pazar


St Petersburg  

İsmini, Romanov Hanedanı'nın temsilcilerinden olan, kurucusu I.Petro'dan alan Petersburg, Baltık Denizi'ne dökülen Neva Nehri'nin üzerinde, soğuk ve nemli bir bataklık üzerine kurulmuş. Kurulması aşamasında 40.000'den fazla köylü ve İsveçli savaş esiri ölmüş.  Bizim tarihimizde "deli", Rusların tarihinde "büyük" unvanı ile anılan I. Petro'nun batılılaşma vizyonunun ürünü olan Petersburg, 1710 yılından 1918 yılına kadar Rus İmparatorluğu'nun başkenti olarak kalmış ve 20. yüzyıl içinde üç kez isim değiştirmiş; "Petrograd, Leningrad, St Petersburg".

                                                                 I.Petro (The Great)

Yaşanmışlıkları ve hikayeleri ile neredeyse her bir köşesi bir romana konu olmuş bu asil ve çekici şehrin fırtınalı tarihine, çarlarına, çariçelerine, saraylarına, entrikalarına ve müzelerine ait gözlemlerimi beğeninize sunuyorum.
 

 

19 Eylül cumartesi THY'nin 10:55 seferi ile yola çıktık. Üç saatlik bir yolculuk ardından parçalı bulutlu bir havada St Petersburg Havalimanı'na indik. Pasaport kontrolü ardından ilk iş olarak cebimizdeki dövizleri bozdurduk (1 USD = 3 TL = 64,70 Ruble). Yaz saati uygulaması kapsamında herhangi bir saat farkının olmadığı şehrin merkezine havalimanından tuttuğumuz taksi ile yarım saatte ulaştık. Havalimanındaki taksi tarifesine göre 800 Ruble (yaklaşık 40 TL) tutan yolculuğumuz boyunca caddelerin genişliği  ve binaların hemen hemen aynı yükseklikte oluşu dikkat çekiciydi. Kaldığımız "Apart Hotel on Italianskaya" tarihi merkezde, Dökülen Kan Kilisesi'ne 250 m mesafede bir yer. Bizimle koordinasyonu sağlayan Dimitri'nin yönlendirdiği Oksana ile buluşarak anahtarlarımızı alarak dairemize vardık ve kısa süreli bir dinlenme ardından kendimizi St Petersburg sokaklarına attık. (Yaklaşık 5 ay önce booking.com üzerinden yaptığımız rezervasyon ile oda başına 3 gece için 14.000 Ruble yani yaklaşık 700 TL ödedik. Gelmeden hemen önce yaptığımız araştırmada fiyatların bunun çok üzerine çıktığını gördüğümüz için mümkünse aylar öncesinden rezervasyon yapmanızı öneririm.)

Hemen belirteyim ki St Petersburg'da dükkan isimleri, işaretler ve dokümanların neredeyse tamamı Kiril alfabesinde. Bu durum, kendi olanakları ile rehbersiz gelenleri zorlayabilir. Bu sıkıntıyı 2009 yılında Kırım gezisi sırasında yaşamıştım. Dönüşte, kısa süreli de olsa devam ettiğim Rusça Kursu'nun faydalarını bu gezimde fazlasıyla gördüm.

 

Genel Olarak St Petersburg


St Petersburg beş ana bölgeden oluşmakta. Neva nehrinin bir tarafında Ermitaj (Hermitage) Müzesi'nin bulunduğu "Saray Yakası", bizim kaldığımız "Gostini Divor" ile "Sennaya Ploça", diğer yakasında ise "Vasilyevski Adası" ve "Pedrogradskaya" yer almakta.


 

Neva'nın güneyindeki "Saray Yakası", adından da belli olduğu gibi saraylara ev sahipliği yapmakta. Doğu tarafındaki "Gostini Dvor" şehrin en hareketli caddesi olan Nevski Prospekt boyunca sıralanmış mağazalar, barlar ve restoranları ile şehrin ticari merkezi. Batıdaki "Sennaya Ploşçad" yeşil alanları ve romantik kanalları ile Dostoyevski romanlarındaki 19.yy yaşamının izlerini taşıyor. "Vasilyevski Adası" akademik kurumları ve müzeleri ile öne çıkmakta. Kuzeydeki "Petrograskaya"da ise Petro'nun şehrin temeli anlamında ilk inşa ettirdiği Petro&Pavel Kalesi bulunmakta. 

 

 

 İlk gün (19 Eylül)


Bu bilgilendirmelerden sonra otele yerleşmemizi takiben gerçekleştirdiğimiz rotamıza dönelim.  Kaldığımız apart otel Gostini Dvor bölgesindeydi. Gostini Dvor "Büyük Pazar" anlamına gelmekte. Burası 18. yy başlarında Petersburg'un ticaret hayatının kalbiymiş. Nevski Caddesi'nin de açılmasıyla birlikte çok sayıda yabancı misafir ve tacir de buraya yerleşmiş. Çarlığın ve Rus Aristokrasisi'nin değerli taş ve lüks eşya ihtiyacını buradaki pazar karşılarmış. Bugün Nevski Caddesi boyunca sıralanmış tarihi binalar zamanında büyük ticari ve finansal kuruluşlara aitmiş.

 
                                                 Singer Company Binası

                                     Nevsky Prospekt

Elimizdeki haritaya göre rotamızı hemen Dökülen Kan Kilisesi'ne çevirdik. Otelimize 250 m mesafedeki bu renkli kilise kanalın hemen yanında yer almakta ve masallardaki şatolar gibi dikkat çekici.
 
                                     Dökülen Kan Kilisesi

Kilise, Çar II. Aleksandr'ın 1881 yılında suikasta kurban gittiği yerde inşa edilmiş. Yapının içine girmedik ama dışarıdan bakınca son derece ilgi çekici. Beş kubbenin her biri yani toplam 1.000 m2'lik alan "mine" kullanılarak kaplanmış. Çan kulesindeki 144 adet mozaik arma Rus Çarlığı'nın bölgelerini, şehirlerini simgelemekte. Bütün Ruslar tarafından Aleksandr'ın ölümüne duyulan üzüntüyü yansıtmaktaymış.

                          Dökülen Kan Kilisesi

Mozaik Alınlık Tablası'nda Yeni Ahit'ten sahnelerin betimlendiği canlı mozaikler bulunmakta. Ayrıca ön cephede kırmızı Norveç graniti üzerinde altın harflerle yazılmış şekilde II. Aleksandr zamanında yaşanmış önemli olaylar yer almakta (serfliğin serbest bırakılması, Orta Asya'nın fethi gibi olaylar). 




Yanından kanal geçen bu kilisenin hemen ilerisindeki uzun binanın, günümüzde Ortodoks Kilisesi olarak kullanılan tarihi Çarlık Ahırları olduğunu öğrendik. 1817-23 yıllarında yapılan bu yapı, aynı zamanda Aleksandr Puşkin'İn cenazesinin de kaldırıldığı yermiş. İçine girmemekle birlikte eskiden ahır olan bu yapının bir kısmının kilise olarak hizmet vermesi aklımızda kaldı.

     Eski Çarlık Ahırları

  
                                  Bol Konyuşennaya Caddesi

Nevski Prospekt'e çıktığımızda dikkatimizi çeken ilk şey yolun karşısındaki heybetli Kazan Katedrali oldu. Bu heybetli yapının katedral olduğunu ancak içeri girdiğimizde anladık.



 

18:00 sularında ziyarete başladığımız bu muhteşem iç dekorasyonlu katedral 1811 yılında on yılda tamamlanmış. Serf mimar Andry Vorohonin, bu eseri yaparken Roma'daki San Pietro Katedrali'nden etkilenmiş.  Katedral adını mucizeler getiren Kazan Madonnası ikonundan almış. 80 m'lik kubbesi ve pembe Fin granitinden sütunları çok heybetli. Biz gezerken bir ayine denk geldik. Girişin üstündeki koronun performansı yorgunluğumuzun üzerine ruhumuza masaj gibi geldi. Buranın tarihini incelerken öğrendim ki komünizm zamanında diğer katedraller gibi burası da Ateizm Müzesi olarak faaliyet göstermiş. İşe yaramış mı? Sonuç ortada...


Bu etkileyici katedralde geçirdiğimiz yaklaşık yarım saatlik bir gözlem ardından istikameti Nevsky Prospekt'in paralelindeki arka sokaklara çevirdik.


                                                    Çatıdaki kedilere dikkat:-)
 

 
Havanın kararmak üzere olması nedeniyle, acıkmasak da, akşam yemeği için güzel bir restoranı önceden kararlaştırmak istedik. Katedralden hemen çıkınca Kazanskaya Ulitsa üzerinde denk geldiğimiz Gürcü Restoran'ı Suliko'nun buradaki Gürcülerin de favorisi olduğunu öğrenmiştim. Etin ön planda olduğu ve şarapları ile övünen Gürcü restoranını denemek kısmet olmamıştı. Maalesef henüz tok olduğumuz için burayı sonraki akşamlar için not ederek yola devam kararı aldık.

Ancak bu arada kafayı bir Kafkas sofrasına taktığım için elimdeki haritaya göre, önümüzdeki güzergah üzerindeki Ermeni restoranı olan Erivan'ı hedefledik. Arkadaşlarımın da onayıyla Şennaya Ploşçad üzerinden bir kanala komşu (Nabrejnaya Reki Fontanki) Erivan'a çevirdik. Gündüz yolculuğunun da verdiği yorgunluk nedeniyle, ağırlaşmaya başlayan sırt çantalarımıza bir de sabah kahvaltısı için marketten aldığımız ağırlıklar ve litrelik sular da eklenince, hızımız yavaşlamaya başlamıştı ki Erivan'ın tabelasını görmek sevindirdi.        

Restoran'a geldiğimizde mekan ve kişiler çok tanıdık geldi. İçerisinin dolu olmasına ve rezervasyonumuzun olmamasına rağmen güzel bir masa bulduk. Lafı uzatmaya gerek yok, midemiz, gözümüz ve kulaklarımız bayram etti.

 
 
 


Keyifli akşam yemeğinden sonra önce Nevsky Prospekt'e ardından da odamıza doğru yola koyulduk. Cumartesi akşamı Petersburg caddeleri tiyatrolardan veya konserlerden çıkan insanlarla doluydu.
 

 

20 Eylül Pazar


Sabah kahvaltımızı bizim odada yaptıktan sonra saat 09:00 da, yüksek performans gerektiren güne kapalı ama keyifli bir havada başladık. Pazar sabahı olması nedeniyle olsa gerek etrafta sadece spor yapanlar ve turistler vardı. Tam bir huzur ortamı...


İlk rotamız Rus Müzesi idi. Elimdeki haritaya göre ilerlerken, etkisinde kaldığım sessizlik ve huzurdan olsa gerek, Rus Müzesi'nin geniş arka bahçesinde yer alan Mihaylovski Kalesi'ne girmişiz.



 Mihaylovski Kalesi kırmızı tuğlalı yapısı ile dış cephesi etkileyici bir yapı ve Mühendis Kalesi olarak da biliniyor. 1801 yılında yapılmış. Çar I. Pavel suiskastten korktuğu için yapılmış hatta etrafına hendekler konulmuş. Kader o ki adamcağız kaleye yerleştikten 40 gün sonra ölümüyle sonuçlanan bir askeri komploya kurban gitmiş.  Ne demiş atalarımız; "Korkunun ecele faydası yok"

Bu kale 1823 yılında Mühendisler Alayı tarafından alınmış. Okulun en ünlü mezunu Dostoyevski olmuş.


                            Mihaylovski Kalesi 
 
    Kalenin ön avlusu

Yarım saatlik turumuz ardından, Rus Müzesi ziyaretini, havanın bozma ihtimaline karşı, erteledik ve rotayı öncelikle yazlık ve kışlık saraylara çevirdik.


     Panteleymonovski Köprüsü
 

Mihaylovski Kalesi'nin hemen karşısında yer alan Yazlık Bahçeler (Letni Sad) oldukça geniş bir alanı kaplıyor. İngiliz tarzını yansıtan sade bir güzelliği var. Bu yeşil alan Büyük Petro tarafından şehirdeki ilk resmi bahçe olarak sipariş edilmiş. Fransa'da Versailles Sarayı'nın bahçelerini örnek almışlar. Yurtdışından çok farklı türde ağaç getirilmiş, bir de üzerine çeşmeler ve heykeller konulmuş. 250 kadar İtalyan heykelinin bulunduğu bahçe, Neva'nın taşması sonucu 1777 yılında sular altında kalmış. Günümüzdeki şekli ise Büyük Yekaterina'nın tercihinin ürünüymüş. Görmeye değer.  



 



Açık hava müzesi gibi olan St Petersburg'da görülmesi gereken çok yer var. Günlük gezi planımızı yaparken "şu kadar zamanda bitiririz" diye hesap ettiğim yerlerde daha uzun zaman geçirmemiz ve harita üzerinde birbirine yakın gözüken yerlerin yürüme mesafesinde zaman alması nedeniyle, sürekli plan güncellemesi yapmak durumunda kalım. Bu nedenle, zamanımızın da kısıtlı olmasına bağlı olarak, Yazlık Saray yerine rotamızı Kışlık Saray ve Ermitaj'a çevirdik.

Yazlık Bahçeler'in Neva Nehri kıyısına açılan kapısından çıkarak, nehir boyunca, insanın içine çaktırmadan işleyen rüzgarın eşliğinde yaptığımız yirmi dakikalık bir yürüyüş oldukça keyifliydi. Ama Ermitaj'a kadar dayanamadan ara sokaklardan birisine daldık. 
     
 
     Troçki Köprüsü (Üçleme Köprüsü)


  


Saray Meydanı

 
Ocak 1905'deki Kanlı Pazar katliamında askerlerin silahsız halka ateş açtıkları ve yüzlerce kişiyi öldürdükleri, 7 kasım 1917'de Lenin'in Bolşevik destekçilerinin toplanarak Kışlık Saray'a saldırdıkları yer burası. Alanın ortasındaki Aleksandr Sütunu, Napolyon'a karşı kazanılan zaferin bir anısına Çar I Aleksandr'a hediye edilmiş. Kaidenin üzerinde "Minettar bir Rusya'dan  I. Aleksandr'a" yazmakta. Bu anıtın 600 tonluk ve tek başına ayakta durabilen en büyük anıt olduğunu sonradan öğrendik.
 

                          Aleksandr Sütunu

Alanın batısında Donanma Binası, doğusunda Muhafız Karargahı, güneyinde ise Genelkurmay Başkanlığı Karargahı yer almakta.

  
    Saray Meydanı


Buraya kadar gelmişken Ermitaj'a girmemek olmazdı ama bilet sırasında uzun uzun beklemek yerine kısa zamanımızı güneşli havada Aziz İsak Katedrali'ni gezerek  ve kanal gezisi yaparak değerlendirmeye karar verdik.
 

Aziz İsak Katedrali:

 
1858 yılında ibadete açılmış bir mühendislik harikası. Sulak araziye binlerce ahşap kazık ve 48 devasa sütun dikilerek yapılmış. İçerisi muhteşem. İkonastasis ve tavan resmi mutlaka görülmeli. Tam bir ikon cenneti. Bu arada belirtmeliyim ki burası da Sovyetler döneminde Ateizm Müzesi olarak kullanılmış.
 
     Aziz İsak Katedrali
 
                     Tavan resmi
 
                          İkonastasis
 

  
Katedralden çıkınca Neva Nehri'nde gezi yapmak için yeşillikler içinde bir parka yöneldik. Bu park Senato Meydanı'nın önünde yer almakta. Günümüzde yeşil bir park olan bu alan eskiden Senato'nun önündeki meydanın büyük parçasıymış. Bu meydanda Rusya'daki ilk devrim girişimi meydana gelmiş. "Dekabrist Ayaklanması" denen ve 14 Aralık 1825'de meydana gelen bu olay I.Nikolay'ın taç giyme töreni sırasında olmuş. Avrupa'da bulundukları sırada demokratik yönetimlerin sunduğu özgürlüklere şahit olan subaylar, liberaller tarafından, Nikolay'ın kardeşi Konstantin'i desteklemek için çağrılırlar. O Konstantin ki, kardeşi Nikolay lehine, taht üzerindeki kendi hakkından feragat etmiş birisi. Buna rağmen muhalifler işte bu Senato Meydanı'nda toplanmışlar. Hükümdarlığı boyunca "Demir Çar" olarak anılacak olan I. Nikolay, toplanan bu kalabalık üzerine ateş açtırır. Çara bağlı askerlerin toplanan kalabalığa açtığı ateş sonucu başlayan ve saatler süren çatışmada yüzlerce kişi ölür. Hareketin elebaşı beş subay idam edilir ve yüzlerce kişi Sibirya'ya sürülür.

İşte hikayesi bu şekilde olan bu meydanın yerinde bulunan bu yeşil alan gününüzde Petersburgluların aileleri ile geldikleri keyifli bir yer. 




Bu parkın sonunda, tam Senato Meydanı'nın Neva'ya yakın tarafında, Büyük Petro'nun at üzerinde bronz bir heykeli yer almakta. Halkın beğenisine 1782 yılında sunulmuş olan bu heykel Büyük Yekaterina'nın kocası I. Petro'ya yaptığı bir jest olarak tasarlanmış. Altında da Latince ve Rusça olarak "II. Yekaterina'dan I. Petro'ya" yazmaktaymış. Petro'nun ayakları altında ezilen yılan da "ihaneti" temsil etmekteymiş.  
 
    Bronz Atlı
 
Heykelin hemen karşısında yer alan Neva Nehri'ndeki iskeleden, güzel bir pazarlık sonucu, nehir ve kanal turu yapmak üzere üzeri açık bir tekneye bindik. Bu gezi sırasında Amsterdam'daki kanal turunu anımsadığımızda Petro'nun bu şehri tasarlarken Amsterdam'ı ziyaret ederek örnek aldığını çok net görebiliyorsunuz.

  

 
 
 
 
Bir saate yakın tekne turumuz ardından istikameti Aziz İsak Meydanı'na bakan İngiltere Oteli'ne (Hotel Angleterre) yönlendirdik. Zamanının en popüler mekanlarından olan bu otelin ziyafet salonu, Hitler'in zafer kutlamaları için planlanmış. Ondan öncesinde de Dünya'yı Sarsan On Gün adlı eserinde devrimi anlatan John Reed de, Bolşevikler başa geçtiğinde burada kalmış.  Biz de bu oteli görmek istedik ama maalesef keyifli bir kafe vs bulamadık. Bu arada belirtmeliyim ki St Petersburg'da açık hava kafeleri maalesef yok denecek kadar az.
 
Yorucu bir gün ardından, az da olsa dinlenmek adına otele geri dönerken,  soluğu Nevski Caddesi'nde otelimize yakın ve dışarıda masaları olan bir kafede aldık. Antalyalı bir Türk tarafından işletildiğini öğrendiğimiz bu kafenin bahçesinde soğuğa aldırmadan yudumladığı-mız sıcak çay ve yanımızda getirdiğimiz kuruyemişler ile, "adımsayar"da gördüğümüz 28.000 adımlık yüksek performansımızı kutladık.
 
Yaklaşık 1,5 saat mola verdiğimiz bu keyifli kafe molasının ardından bitmek üzere olan takatimiz nedeniyle akşam yemeğimizi odamızda, kahvaltılıklarla yapmaya karar verdik.  

Ardından, tüm yorgunluğa rağmen, gece gözüyle Nevski Prospekt...
  
 
 
 
 

 

21 Eylül Pazartesi

 
Petersburg'daki son günümüzde, hava kapalı ve sabah serinliği kendini hissettiriyordu. Akşam 18:50'deki Moskova uçağımız öncesi bugünün hedefleri Ermitaj Müzesi, Yusupov Müzesi ve Petrogradskaya'daki Petro & Pavel Kalesi'ydi. Zamanın sıkışık olması nedeniyle bavulları hazır getirip sabah kahvaltısı ardından saat 08:30 gibi istikametimizi öncelikle Petro & Pavek Kalesi'ne çevirdik. Çünkü Ermitaj Müzesi hem 10:00'da açılıyorde hem de karşı yakayı bitirerek otele yakın yerler sona kalsın istedik.

Yine tabanvay ile, bir önceki güne ait adım rekorunu kırmak üzere, yola koyulduk. Ermitaj Müzesi'ni pas geçerek önce Dvortsovi Köprüsü, ardından da Birjevoy Köprüsü üzerinden Neva Nehrinin diğer tarafına yani Petrogradskaya'ya geçtik. Haftanın ilk iş günü olması nedeniyle bir önceki gün olmayan trafik vardı.

                     Dvortsovi Köprüsü

     Birjevoy Köprüsü'nden manzara

     Petro & Pavel Katedrali'ne bakış
   

Petrogradskaya (Petrograd Yakası)


Burası, Büyük Petro'nun şehrinin yapımında çalışan işçilerin yaşadıkları ahşap kulübelerle dolu bir semtmiş. 1890'larda Troçki / Üçleme Köprüsü inşa edilene kadar nüfusu çok seyrekmiş. Ardından nüfus katlanmış.  

Petro&Pavel Kalesi


Petersburg'un tarihi, Petro&Pavel Kalesi'nin 1703'te inşası ile başlar. Kalenin inşaatında çalıştırılan işçilerin yüzlercesi ölmüş.

Bu kalenin tarihi ve yolu düşen şahsiyetlerinin hikayeleri de dikkat çekici. Kale olunca, haliyle, içinde hapishanesi de oluyor. Şöyle ki kalenin tabyalarında, aralarında Büyük Petro'nun oğlu Aleksey'in de olan pek çok siyasi suçlu hapsedilip işkence görmüş. Troçki,  gibi meşhur kişiler de burada hapis yatmışlar.

Ayrıca belirtmek isterim ki, Romanov hanedanın, Bolşevik Devrimi ile ortadan kaldırılan son üyelerinin mezarları da katedralde yer almakta.   


                                     Katedral
 

                          Neva Kapısı
 

Yusupov Sarayı


İki tam güne denk gelen kısa St Petersburg ziyaretimiz sırasında mutlaka görmemiz gereken yerler arasına koyduğumuz Yusupov Sarayı'na öğlen 13:00 sularında vardık. Bu ziyaretin nedenini sorarsanız,  gençlik dönemimin ünlü grubu Boney M'in klasiklerinden olan "Rasputin" parçasıyla öğrendiğim ve filmlere konu olan "kutsal adam" Grigori Rasputin'in hayatı hep ilgimi çekmişti. İşte o Rasputin bu sarayın mahzeninde öldürülmüş.


 
Peki kim bu Yusupovlar? Aslı Nogay Türkü olan Yusupovlar Moğol-Tatar egemenliği ardından din değiştirip Rus tebaasına geçmişler. Bunun karşılığında da sahip oldukları güç artarak devam etmiş.

                                                               Prens Feliks Yusupov
 
Saraya giriş 700 Ruble. İçeri girdiğinizde karşınızdaki İtalyan mermerden yapılmış merdiven dikkat çekici. Son derece gösterişli olan iç mekan tasarımlarına Rokoko üslubunda yapılmış bir de tiyatro sahnesi eşlik ediyor. Resim koleksiyonları göz alıcı. Ayrıca çeşmesi, mozaikleri ve kemerleriyle dikkatleri çeken Mağribi Odası da Yusupov Ailesi'nin zevki ve zenginliği konusunda oldukça fikir veriyor.  Ahşap çalışma odası da başarılı. Bence görülmesi gereken bir ziyaret noktası.


 
 

    İtalyan mermerden yapılmış merdiven
  



   Rokoko üslubunda yapılmış bir de tiyatro sahnesi

    Mağribi Odası

 

Rasputin'in öldürüldüğü en alt kattaki mahzene gitmek için de ayrıca bilet almanız gerekiyor. Bunun için de kişi başı 400 Ruble verdik. Önerim girmenize gerek yok, resimler aşağıda.

 

 

Rasputin'in Ölümü


Bir köylü çocuğu olarak 1869 yılında doğan Rasputin okuma-yazma bilmeden 15 yıl boyunca Rusya'da gezip her yerde vaazlar vermiş. Daha sonra 1905 yılında St Petersburg'da yapılan büyük bir dini toplantıya katılmış. Orada saygın din adamlarıyla tanışması kısa zaman içinde kendisine bu çevrede saygın bir yer edinmesini sağlamış. Bu sayede Çarlık Sarayının müdavimlerinden olmuş. 1907 yılında Çar'ın oğlu Aleksey hemofili hastalığına yakalandığında doktorlar tüm çabalarına rağmen çocuğun iç kanamaları durduramamış ve oğlanın yakın zamanda öleceği Çar'a bildirilmiş. Saray camiasında "şifacı" olarak bilinen Rasputin son çare olarak Çariçe tarafından çağrılmış ve mucizevi şekilde çocuğu iyileştirmeyi başarmış. İşte bu başarısından sonra Rasputin, Çar ailesi için çok önemli bir şahıs haline gelmiş ve sarayda devlet yönetimi dahil her konuda önemli bir etkiye sahip olmaya başlamış. Öyle ki uzmanların önerilerinin aksine kararlar alınmasına yol açmaktaymış.
 
                                                  Rasputin

 
Bu esnada I. Dünya Savaşı'nın başlangıcında alınmaya başlanan yenilgilerle beraber Çarlık rejiminin içine girdiği kriz derinleşir. Sarayda önemli bir etkiye sahip olan Rasputin, zamanla rejimdeki başarısızlıkların nedeni olarak görülmeye başlanıyor. Kimi çevrelerce Alman yanlısı ve vatan haini olarak damgalanmış. Ayrıca önemle belirtmeliyim ki bu şifacı dev adamın St Petersburg'daki aristokrat bayanlar arasında "iddialı bir şifacı" olduğu ve "duygusal travmaları" etkili bir şekilde tedavi ettiği bilinirmiş (Boney M'in Rasputin isimli şarkısında ifade edildiği şeklinde kendisi "Russia's greatest love machine" olarak anılırmış). Monarşinin devamını isteyenler arasında Rasputin'in ortadan kaldırılmasıyla beraber yönetimin düzeleceğine inananlar suikast planlamaya girişiyor. Suikastçilerin önde gelen ismi de, Yusupov Sarayı'nın sahibi Prens Feliks Yusupov.
 
Sarayda verilen bir yemek davetinde Rasputin'e zehir verilir. Pastalara ve kadehine siyanürün tozlaşmış hali konulur fakat Rasputin pastaları yemesine rağmen zehirlenmeyince silahla vurulur ve öldü zannedilir; ancak Rasputin ayağa kalkarak Prens'in yakasına yapışır. Sonrasında ise bahçeye kaçarken zorlukla bir kez daha vurularak karların üzerine düşer. Buzlu bir nehire atılan Rasputin, köprüden 140 metre uzakta ölü olarak bulunduğunda otopsi yapılır. Yapılan otopside Rasputin'in ciğerlerinde suya rastlanmaz ve ölümünün, kafasına sıkılan üçüncü kurşundan kaynaklandığı anlaşılır.
 






İşte böyle. Filmlere konu olan Rasputin'in hayatını incelemenizi öneririm.

            

Ermitaj Müzesi:  


Bence, tek kelimeyle, Avrupa'nın en zengin ve muhteşem müzesi. Eski Şark, Yeni Şark ve batı eserleri olmak üzere muhteşem bir koleksiyona sahip. Hakkıyla dolaşalım derseniz bir tam günü çok rahatlıkla geçirebilirsiniz. Mutlaka görünüz.



 
 
 
 

 
19 Eylül'de öğleden sonra başlayan ve 21 Eylül'de yine öğleden sonra biten iki tam günlük kısa St Petersburg gezi notlarım bu kadar. Buna ilave olarak, önemli edebiyatçılar ve şairler çıkaran bu keyifli şehrin ve Rusya'nın özet tarihini de, yeni ziyaret edecekler için paylaşmak isterim.
 

Rusya'nın Kısa Tarihi


Bizim memlekette "Rusya Tarihi" denince çoğumuzun aklına genelde, Çariçe Katerina ve Baltacı Mehmet Paşa arasında yaşanıldığına inanılan kaçamak ve bu nedenle askeri açıdan kaçırıldığı düşünülen tarihi fırsat gelir. Müsadenizle sizlerle, Rusya'ya gitmeden önce ana hatları ile bilinmesi gerektiğine inandığım özet Rus tarihine ilişkin notlarımı paylaşayım;

Rusya, komünizm öncesi, iki hanedanlık tarafından yönetilmiş; "Rurikler" ve "Romanovlar".
 
Rurik Hanedanlığı

Roma İmparatorluğu'nun 5.yy da yıkılmasından sonra Avrupa'da barbar akınları ile ortaya çıkan merkezi yönetim açığı, Slav kabilelerinin kendi aralarındaki mücadelelerde de kendini gösterir.

MS 862 yılına kadar dağınık kabileler halinde yaşayan Slavların daveti üzerine, bir Viking reisi olan "Rurik" bugünkü Kiev'e gelip şehrin temellerini atar ve yönetimi altında bütün kabileleri birleştirir.

988 yılında, Rurik soyundan gelen Prens Vlademir Ortodoksluk Mezhebi'ni kabul eder. (Bu esnada bizim atalarımızın henüz Anadolu'ya gelmediğini, Hazar Denizi civarında farklı Oğuz boyları olarak yaşadıklarını hatırlatmak isterim).

13 yy'da başlayan Moğol-Tatar akınları sonucunda 1240 yılında Moskova'da Moğol hakimiyeti kurulur. Rusya'nın devletleşme ve kültürel açıdan ilerleme dönemi bu istila sonucu yaklaşık iki yüzyıllık bir süre için durur.

Takip eden dönemde Rusların Moğol-Tatar Orduları karşısında gösterdikleri direniş Avrupa'nın da benzer bir kadere uğramasını önlemiştir.

(Hemen hatırlatmak isterim ki, 1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti de Moğollara karşı Kösedağ Savaşı'nı kaybederek yıkılır ve Anadolu'da da Moğol hakimiyeti başlamıştır.)   

1480 yılına gelindiğinde III. Ivan komutasındaki Rus Orduları Moğol-Tatar güçlerini yenerler ve Ruslar artık büyük bir güç olma yolunda ilk adımları atarlar.

1453 yılında İstanbul'un Osmanlıların eline geçmesi ihtimali nedeniyle Bizans İmparatorluk ailesinin bir kısmı, kuşatmadan önce Moskova'ya kaçar. Bizans İmparatoru Konstantin'in yeğeni ile siyasi bir evlilik yapan III. Ivan kendisini Bizans İmparatorluğu'nun varisi ilan eder. Bizans'ın imparatorluk arması olan altın sarısı zemin üzerine siyah çift başlı kartalı kullanmaya başlar.

 


1547 yılında 17 yaşında IV.Ivan (Korkunç)  tahta çıkar. Çar olur olmaz kendisini Büyük Çar değil, "Tüm Rusya'nın Çarı" olarak ilan eder.
 
                                                     Korkunç Ivan IV
 
Kazan Hanlığı'nı Rusya'ya katar.

Tıpkı Osmanlı'daki taht entrikaları nedeniyle zor şartlarda yetişen IV. Ivan intikamcı, sadist ve şüpheci bir karaktere sahiptir. Tahta en uygun erkek varisi olan 27 yaşındaki oğlu Ivan'ı, geçirdiği bir öfke nöbeti esnasında kendi elleri ile öldürür.

 
Oğlunun ölümünden üç yıl sonra 1581 yılında 53 yaşında ölen Korkunç Ivan'ın yerine ikinci karısından olan tek oğlu Fedor geçer. Zayıf karakterli olan Fedor'un 14 yıllık hükümdarlığı ardından yerine erkek varis bırakmaması Rurik Hanedanlığı'nın sonunu getirir.

 

Romanov Hanedanlığı (1613-1918)

Rus prensleri 1613 yılında yeni çar olarak Romanovlardan Michael Fedorovic Romanov'u seçerler. Böylelikle siyasi istikrarsızlık ve entrikalarla geçen çalkantılı bir süreç sona erer.

Bu hanedanlığın en dikkat çeken ve Rusya tarihine tek başına ciddi yön veren şahsiyeti 6. yöneticisi olan I. Petro'dur.

                                                              Büyük Petro
 
Rusya'nın batılılaşması için önemli adımlar atan Petro bizzat Avrupa'ya giderek Almanya, Hollanda, İngiltere ve Avusturya'da gemi yapımı, anatomi, diş hekimliği ve başka başka zanaatkarlık konularında bizzat incelemelerde bulunmuş ve bunların Rusya'ya getirilmesine öncelik etmiştir. Ülkesine döndüğünde de, tıpkı III.Selim ve II. Mahmut'un yaptığı gibi batılı eğitim ve askeri kurumlarını hayata geçirmiş, hatta Streltsy denen bizdeki Yeniçeri benzeri askeri kurumu 1699 yılında kanlı şekilde lağvetmiş ve merkezi otoriteyi güçlendirmiştir. Bu yönüyle 126 yıl sonrası için II. Mahmut'a örnek olmuş olabilir. Ayrıca kılık kıyafet konusunda da düzenlemeler getirmiş ve sakal bırakmayı yasaklamıştır.

                                         Petro Hollanda'da

                                         Petro Hollanda'da



                                                 Sakalların zorla kesilmesine dair

Petro'nun yurtdışı gezileri sırasında oğlu prens Aleksis, babasının önderlik ettiği değişim politikalarına karşı çıkarak muhaliflerle işbirliği yapmıştır. Bunu öğrenen Petro, döndüğünde hem muhalifleri hem de oğlunu cezalandırarak ortadan kaldırmıştır. Rusya tarihindeki bu ikinci oğlunu ortadan kaldırma örneği, Osmanlı'daki Kanuni ve Şehzade Mustafa örneği gibidir.

                                      Petro oğlu Aleksis'i sorgularken 
I. Katerina
 
Tarihimizdeki meşhur Katerina Büyük Petro'nun eşidir. 1711’de Prut Seferi’nde Büyük Petro’nun yanındaydı. Petro bu savaşta kazanılan başarıyı Katerina’nın cesareti ve soğukkanlılığına bağladı. 1712’nin Şubat ayında evlendiler.


 
Romanov Hanedanlığı 1918 yılında, II. Nikolay'ın çarlığı sırasında olan Bolşviklerin Ekim Devrimi ile sona ermiş ve hanedanlığın tüm üyeleri trajik bir şekilde ortadan kaldırılmıştır.

 

                                 Çar II.Nikolay ve Ailesi
 

Kıssadan Hisse


·         Petersburg'u beğendim ama İstanbul'a döndüğümde daha çok özlediğimi itiraf etmeliyim.

·         İnsanları bizim gibi sıcak kanlı değiller. Çetin hava koşulları olsa gerek, biraz fazla ciddiler gibi geldi.
 
·         Şehrin asil bir havası var. Son derece planlı bir kent. Çok ferah ve enine...

·         Tam bir açık hava müzesi ve kültür kenti.

·         Sade bir estetik var ama müzelere ve kiliselere girince müthiş bir zenginlik göze çarpıyor. İkona cenneti bir şehir.
 
·         Temmuz, ağustos ayları gezmek için güzel bir zaman olsa gerek.

.         Giderseniz en az üç tam gün kalın ve sindirerek dolaşın.