GİRONA
Barselona'daki
üçüncü günümüzü, Nou Camp'ta Barselona-Granada maçını seyretmek yerine,
"Katalanya'nın diğer şehirlerini görerek geçirmeye karar verdik. Önceki
tecrübelerim çerçevesinde Barselona'ya gelmişken Girona ve Figueres'in mutlaka
görülmesi gereken yerler olduğu konusunda arkadaşlarımı ikna etmekte
zorlanmadım. Otelimizin önerdiği araç kiralama firmasından geniş kasko prim farkı
18 € ve GPS farkı 10 € dahil olmak üzere toplam 155 €'ya VW Touran kiraladık (6
kişi).
Bu
arada belirtmeliyim ki, bu yolculuğu tren ve/veya otobüs ile de yapabilirsiniz.
Ancak biz devamında Figueres'i de hedeflediğimiz için karayolunu tercih ettik.
Sabah 09:00 gibi otelimizden yola çıktık. Toplam 1 saat 15 dakikada Girona'ya
ulaştık. Otobanı tercih ederseniz, ki önerim budur, Barselona'nın çıkışındaki ilk
gişede 1,6 €, Girona'ya varıştaki ikinci
gişede 7,5 € ödüyorsunuz.
Girona
Onyar
Nehri'nin (Riu Onyar) iki yanına dizilmiş pastel renkli evleri ile tabloluk olan
bu tarihi "yaşayan ortaçağ" şehri, Katalonya'nın ikinci büyük şehri.
Yaşayan Ortaçağ şehri diyorum çünkü, başta Yahudi Mahallesi (El Call) olmak
üzere, dar sokaklarında dolaşırken yüzyıllar öncesinin havasını ciğerlerinize
çektiğinizi hayal edebiliyorsunuz. Tarih ve günümüz içiçe...
Katalonya'nın
ikinci büyük şehri dedim ama Girona'da gezeceğiniz kısım, "Eski Şehir"
(The Old City) olarak anılan Roma döneminden kalma şehir surları ile çevrili turistik
bölge. Surlar arasındaki bu bölüm açık hava tarih müzesi gibi. Onyar nehrinin
doğu kıyısında bulunan bu bölgenin tarih kokan arnavut kaldırımlı, kısmen dar kısmen
geniş sokaklarının büyük bir kısmı trafiğe kapalı. Nehrin doğu kıyısında
muhteşem pastel renkli tarihi evlerin arkasındaki, nehre paralel olan Rambla
caddesinde sokak cafeleri ve turistik restaurantlar bulunuyor. Nehrin batı
kıyısında ise daha geniş caddeleri, otelleri, alışveriş dükkanları ve daha
ekonomik restaurantları ile modern şehir bulunmakta. Günübirlik yapacağınız
hızlandırılmış bir tur için modern şehrin tümünü dolaşmanıza gerek yok, nehrin iki
yakasındaki tarihi merkezi ve karşısını dolaşsanız yeter.
Neyse
biz gelelim bizim yolculuğumuza. Kiralık araç ile geldiğimiz için şehre
girdikten sonra aracımızı, katedralin kubbesini izleyerek, yakınlaşmaya
başladığımız ve ilk uygun bulduğumuz yere park ettik. Park ettiğimiz yerin
yanındaki nehrin bu kesiminde su yoktu, kurumuştu. İsminin "C.del Carme"
olduğunu öğrendiğimiz nehre paralel cadde boyunca yaklaşık 5 dakika yürüyerek
tarihi merkezin dış surlarına vardık. Tamamen iç güdüsel olarak, nehir kıyısını
takip etmek yerine, surlardan sağ istikamete yani yukarı doğru ilerleyerek
cumartesi sabahının sessizliğinde yeşilliklere sırtını dayamış yukarı
mahallelerinden birine doğru ilerlemeye başladık. Yokuş yukarı doğru surlara
paralel takip ettiğimiz yol on, on beş dakika kadar sonra bizi eski şehrin
nehir kıyısı dışında tepedeki tek girişi olan Muralles Kapısı'na getirdi.
Bu
kapıdan girince hemen surların üzerindeki yürüyüş yolu ve denk geldiğimiz bir
kaç kişi dikkatimizi çekti. Biz de surlara çıktık ve enfes manzara karşısında
şansımızı deneyerek surların üzerinde ilerlemeye başladık. Önce San Dominik Kulesi'ne
(Torre de Sant Domenec), oradan da Gironella Kulesi'ne (Torre Gironella) ulaştık.
Güneşli ama serin bir kasım sabahında surların
üzerinden tarihi şehre ve karla kaplı Pirenelere bakarken, fillerini Roma
üzerine karlı Pirenelerden geçiren Hanibal'ın kulaklarını çınlattık.
Surlar
üzerindeki gezimiz Gironella Kulesi'nde sona erdi. Surlardan indiğimizde
kendimizi içinde bulduğumuz bahçe ve yüksek duvarlı evler arasındaki dar ve arnavut kaldırımlı
sokaklar bizi zaman tünelinde geçmişe götürdü. Bu sokaklar siyah beyaz veya
renkli her türlü fotoğraf çekmek için bulunmaz bir fırsat sunuyor insana.
Bu dar
sokaklarda keyifle fotoğraf çekerken, eşim "daha
önce (2009 yılında) gördüğüm bu sokakların
nasıl oluyor da beni bu kadar heyecanlandırdığını anlamakta
zorlandığı" belirtti. O zaman arkadaşlarımla bir tur firması ile gelmiştik
ve zamanımız kısıtlı olduğu için buraları görmemiştim. Bu heyecanla
hissettiklerimi somutlaştıracak, duygularımı anılaştıracak güzel kareler
yakalamaya çalışırken birden şehrin en büyük yapısı olan heybetli katedralin
arkasına geldiğimi, duvarın arkasından yükselen kulesini görünce anladım. Her
gezide olduğu gibi fotoğraf çekme keyfi nedeniyle geride kaldığım için önden
giden arkadaşlarımı, beni katedral önünde beklerken yakaladım.
Katedral:
Fotoğraf çekmenin yasak olduğu bu katedrale giriş ücreti 9 €. İçerisi oldukça heybetli ama karanlıktı. Bunun nedeninin, yeterli büyüklükte pencereler açılmasına elverişli olmayan hantal ve karanlık "Roman" stili olduğunu öğrendim.
Müslüman Mağriplilerin
fetihlerinden önce, bugünkü Katedral'in yerinde bir kilise bulunuyormuş. 717
yılında müslümanların egemenliğine girdiğinde buraya bir cami yapılmış. 785
yılında İber Yarımadası'nı müslüman egemenliğinden kurtaran Kutsal Roma Cermen
İmparatoru Şarlman tarafından burası tekrar kutsanmış. 11. yy'a kadar oldukça
kötü durumda ayakta kalan bu kilise bu tarihten itibaren yenilenmeye başlanmış.
İlk önce Romanesk tarzda bir mimari öne çıkarken iki yüzyıl sonra barok tarzda
bir mimari eklenmiş. Bu katedrale dünyada isim yaptıran özelliği Gotik tarzdaki
dünyanın en geniş nefine (nave)sahip olmasıymış. (Nef -İng:Nave-: Kilisede kubbe altı bölüm, sahın)
Plaça
de Sant Feliu:
Katedral'den
çıkınca istikameti Plaça de Sant Feliu'ya çevirdik. Meydana geldiğimizde tam
karşımızda Onyar nehrinin üzerindeki Sant Feliu Köprüsü'nü gördük. Köprü
üzerinden fotoğraf çekmek için hareketlendiğimizde sol tarafta bir direğin
üzerine tırmanmış aslanın poposunu öpen turistler ilgimizi çekti. Bu aslanın
poposunu öpenin Girona'ya tekrar geleceğine inanılıyormuş. Tabi bu günümüzün magazinsel
yorumu. Tarihi açıdan bunun hikayesi ise şu şekildeymiş; 1492 yılından
sonra Girona’da, Yahudi Mahallesi'nde (El Call) kalmak zorunda bırakılan
Yahudiler, içlerine kapanık, göze çarpmamaya çalışan ve kapalı bir ekonomi
oluşturan bir topluluğa dönüşmüşler. Kendilerini korumak için bir tür güvenlik
parolası olarak bu direğe tırmanan aslanı koymuşlar. Şöyle ki, Onyar Nehrini
geçenler gettoya girmeden önce direkteki aslanın poposunu öpüyorlarsa Yahudi
cemaatinden, öpmüyorlarsa Yahudi Cemaati dışından yabancı kişiler olarak tespit
ediliyormuş. Cemaat dışından olanları zararları dokunabilir diye takip
ederlermiş.
Bu
meydandan istikametimizi Sant Feliu Köprüsü'nden nehrin diğer tarafına
çevirdik. Çünkü arkadaşlarıma bir an önce Girona'nın çerçevelik enstantanelerini
göstermek istedim. Bu arada belirtmeliyim ki gelişimizden buraya kadar olan
gezimizi elde harita olmadan yapmıştık ve heyecanla bir Turizm Bilgilendirme
Ofisi arıyordum. Köprüyü geçince tam karşımda bulduğum ofisten aldığım harita
kalan zamanımızı etkin kullanmak adına yaptığımız planlamada oldukça yararlı
oldu.
Nehrin
bu yakasında 5-6 dakika ilerleyerek Bağımsızlık Meydanı'na (Plaça de la Independenca)
geldik.
Meydanı çevreleyen cafelerden birinde sıcak bir şeyler içmek ve
etraftaki dükkanlara bakmak isteyen bayanların ricası üzerine uygun bir yer
bulalım dedik. Kasımın sonunda en uygun yer güneş gören bir yerdir ama tüm
güneş gören cafeler dolu olduğu, zorunlu olarak meydanın gölgelik tarafında ve
boş olan ısıtıcılı cafelerden birine oturduk. yaklaşık 45 dakikalık bir
dinlenme ve alışveriş molasından sonra saat 13:00 gibi kalktık ve Sant Agusti
Köprüsü üzerinden tekrar tarihi merkeze doğru karşı tarafa geçtik. Bu köprü
üzerindeki manzara enfesti.
La Rambla'ya geçince ekibimiz "alışverişçiler" ve "müzeciler" olarak ikiye ayrıldı. Müzeciler olarak zaman tünelinde ortaçağa gitmek üzere önce Yahudi Mahallesi'ne ardından da Yahudi Tarihi Müzesi'ne doğru yola çıktık.
Yahudi
Mahellesi (Call)
888
yılında 25 yahudi ailesi Girona'nın Güçler Sokağı'na (Carrer de la Força) yerleştirilmiş
ve 890 yılından 1492’ye kadar Yahudilere ev sahipliği yapmış. Belli bir ücret karşılığında kralın özel
koruması altında yaşayan Yahudiler şehrin ekonomik hayatında "banker,
tüccar, zanaatkar, ciltçi" gibi işlerle hizmet ederek kilit rol
oynamışlar. 11. yy'dan itibaren fanatik Hıristiyanlar tarafından başlatılan
saldırılar nedeniyle, Call mahallesi, 1200’lü yıllardan itibaren sadece yahudi cemaatinin
yaşayabileceği şekilde Girona şehri içinde izole edilmiş ve dışarıdan halkın
girişine izin verilmemiş.
Bir
tarafta kraldan alınan imtiyazlar ve canlı bir ekonomik hayatın getirdiği
refah, diğer tarafta hıristiyanların baskıları ve saldırılarının getirdiği
huzursuzluk ve izole hayat. Böyle bir ortamda birçok bilim adamı, filozof, sanatçı ve doktor
yetişmiş. Bunların arasında ilk akla gelen isim “Ramban” olarak bilinen "Nahmanides"
diğer ismiyle "Moses ben Nahman". Doktor, filozof ve Talmud konusunda
uzman olan Nahmanides 1194 yılında Girona'da doğmuş. Önce Girona hahamı,
ardından Katalonya Hahambaşı'sı olan Nahmanides Yahudi mistisizmi olan
Kabala'nın üstadlarından.
1492 yılında İber Yarımadası'ndan
sürülen tüm gayri hıristiyan unsurlar gibi yahudiler de, arkalarında sadece mezarlarını bırakarak ayrılmışlar. Bir
kısmına Osmanlı İmparatorluğu'nun kucak açtığı ve bugün birlikte yaşadığımız
yahudi vatandaşlarımızın çoğu için kullanılan "Seferad" ismi,
İspanya'dan göçenleri belirtmekte.
Bu
bilgilerin de gösterdiği üzere bugün tek bir yahudinin yaşamadığını öğrendiğim Girona
bir zamanlar ikinci Kudüs imiş. İşte bu önemli tarihi araştırmak için
istikametimizi çevirdiğimiz Carrer de la Força'da Yahudi Tarihi Müzesi'ne
gittik.
Yahudiler’in kim olduğu, neler yaptıkları ve onlara neler yapıldığı bu müzenin aracılığıyla gözler önüne seriliyor.
Mezarların tarihi açıdan önemini yıllar önce İstanbul'da katıldığım bir turda öğrenmiştim. Mezar taşlarının üzerinde yazılı bilgilerin, şekillerin, sarık veya feslerin, "ait oldukları dönem" hakkında verdikleri bilgiler nedeniyle tarihçilerin başlıca ilgi alanlarından olduğunu öğrenmem ilginç gelmişti. İşte o öğrendiklerimin Avrupa'nın bir ucunda yeniden karşıma çıkması yerinde bir tesadüf oldu.
Bu müzede sergilenen güzel korunmuş mezarların
üzerlerindeki yazıtlarda en çok rastlanan konular “isim, yaş ve son
hayırduası" idi.
“Ben her zaman sakin bir hayatın öncüsü
oldum, birçok şeyi başardım. Bu nedenle yaşamımın son döneminde aslıma dönmem
için çağrıldım. Işığım hala beni kuşatıyor.”
Girona'ya Veda
Müzedeki
ziyaretimiz ardından diğer arkadaşlarımızla yine poposunu öptüren aslanın
olduğu Sant Feliu Meydanı'nda buluştuk. Saatin ikiye yaklaşması üzerine,
Figueres'e gidecek olmamız nedeniyle daha fazla gecikmemek adına, Girona'ya veda
etmeye karar verdik. İki saat önce yaptığımız rotanın aynısını izleyerek önce
Sant Felui Köprüsü'nü geçerek Bağımsızlık Meydanı'na (Plaça de la
Independencia), oradan Santa Clara Sokağı'na geldik. Buranın İstiklal Caddesi
sayılan bu 400-500 m'lik sokak turistler için alışveriş imkanı sunuyor. Bu
sokağın sonunda Katalonya Meydanı'na (Plaça de Catalunya) ulaştık. Nehir üzerinde
iki yakayı birleştiren geniş bir alanı kaplayan bu keyifli meydandan karşıya
geçip eski şehrin duvarlarının başlangıcına yani sabah başladığımız noktaya
ulaştık.
Güzel Girona'yı bu sefer bir kış günü görmüş
oldum. Daha önce Eylül'de daha güzel bir havada görmüştüm. Her mevsimin tadı
ayrı bir güzel ama size önerim buraya bahar ayında gelmeniz ve mümkünse gece
kalıp şehrin tarihi ruhunun tadını çıkarmanızdır.
Ayrıca unutmayın ki buraya kadar gelmişken yarım saat mesafedeki Figueres'e, Salvador Dali'nin sıra dışı eserlerinin sergilendiği müzesini görmenizi mutlaka öneririm.