NOVİ SAD - PETROVARDİN
Belgrad’da
yoğun geçen ilk günüm ardından gezimin son tam gününü (12 Ekim 2013 Cumartesi),
yeni bir yer görmek tutkusuyla, iki saat mesafedeki Novi Sad’da geçirmeye karar
verdim. Sabah 08:25’deki treni hedefleyerek önce otelin karşısındaki fırından kıymalı
sıcak bir börek ve yoğurt eşliğinde hızlı bir kahvaltı yaptım, ardından da
istasyona biletimi almaya gittim. Uzun kuyruğu tahmin etmediğim için en yakın
tren olan saat 08:25 treninin kalkmasına 5 dakika kala alabildiğim gidiş-dönüş bileti
için 460 RSD (Sırp Dinarı, yaklaşık 12 TL) ödedim. Bu arada belirtmeliyim ki
tren bileti aldığınızda o gün içinde istediğiniz saatler arasında
kullanabiliyorsunuz, belli bir saati yok. Gezi bloglarında bulabildiğim bir iki
yazı dışında yeterli bilgi sahibi toplayamadığım ikinci keşif gezim olan Sırbistan’ın
üçüncü büyük şehri ve Voyvodina bölgesinin başkenti olan 300 yıllık Novi Sad gezim
işte böyle başlamış oldu.
Yaklaşık
iki saatlik yolculuk ardından güneşli ama serin bir ekim sabahı saat 10:30 gibi
Novi Sad Tren İstasyonu’nda indim. Novi Sad İstasyonu
Belgrad Tren İstasyonuna göre daha sade olan bu istasyonda tüm yazıların Sırpça olmasından dolayı trenlerin dönüş saatlerini anlamakta zorlandım. Ancak çat pat İngilizce konuşabilen bir gençten alabildiğim bilgiyi başka bir gençten teyit ettirerek kendimi istasyon dışına attım. İstasyon kapısından çıkınca karşıma geniş bir meydan ve onu paralel ve dikine kesen üç geniş yol çıktı. Tam anlamıyla bir “köyden indim şehre” durumu. Hemen büfeden detaylı bir Novi Sad şehir haritası alıp öncelikle nerede olduğumu anlayıp ona göre istikametimi planlamaya karar verdim. Kocaman haritayı keyifli şekilde incelemek için meydanın diğer tarafındaki bir cafeye yöneldim, tabi ki yine börek ama bu sefer yanında çay ile (4 TL).
Haritayı
incelerken fark ettim ki, şehrin içinden TUNA nehri geçiyor. Tuna nehrinin bir
tarafı Petrovardin, istasyonun olduğu taraf ise Novi Sad. İstikametimi
belirlemek üzere harita üzerindeki müze, meydan, kilise, sinagog gibi turistik
yerlerin yoğunlaştığı merkeze odaklanarak istikametimi Petrovardin Kalesi
olarak belirledim. Bu arada belirtmeliyim ki harita üzerindeki yeşil alanların
çokluğu dikkatimi çekti.
Gezime
tren istasyonunun önündeki Oslobodenja Bulvarı’ndan devam ederek başladım.
Geniş bulvarın iki yanındaki, sosyalizm döneminde yapılmış olan eski ve
bakımsız gözüken yüksek toplu konut binaları estetik adına son derece sevimsizdi.
Merkeze yaklaştıkça bakımlı hale gelen binaların önünde bulunan sokak kafeleri, buralarda yaşayan şehrin sakinleri için keyifli
buluşma ortamları.
Elimdeki haritaya göre bulvar üzerindeki üçüncü ışıklara
yaklaşırken sağ tarafta Sultan Baklava’ya rastladım. Hem cumartesi hem de sabah
nedeniyle olsa gerek içeride hareket yoktu
Işıklardan sola saparak ulaştığım Jevraska (Jewish-Yahudi) Caddesi ise tarihi ve iki-üç katlı binaları barındırıyor. Tarihi merkeze yaklaştığımı bu caddedeki büyük sinagog binasından anladım. Sinagog’un heybeti eskiden burada yaşayan Yahudi nüfusu hakkında bir fikir veriyor insana. İçeri girmek istememe rağmen kapılarının kapılı olması nedeniyle giremedim ama Avrupa’da daha önce bu kadar büyük bir sinagog gördüğümü hatırlamadım.
Sinagog’un arka bahçesindeki kapıdan çıkarak takip ettiğim ara sokaklar, beni sanki Viyana’ya çıkardı. İsminin “Vojvodanskih Brigada” olduğunu öğrendiğim sokaktaki binalar Habsburg döneminin zenginlerinin yaptırdığı estetiği yüksek konutların bulunduğu bir sokak.
Bu sokağın hemen yanı başındaki geniş Mihajla Pupina
Bulvarı ise (Bulevar Mihajla Pupina) oldukça geniş. Bazı kamu binalarının da
olduğu bu geniş bulvar boyunca daha bakımlı apartmanlar ve keyifli kafeler var.
Bu
bulvar boyunca yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüş ardından Tuna nehri üzerindeki
Varadinski Köprüsü’ne vardığımda Novi Sad’ın sona erdiğini gösteren levhayı
gördüm. Tuna nehri Novi Sad ve Petrovardin’i ayıran doğal bir sınır.
Köprü
üzerinden görülen manzara müthişti. Doğu Avrupa’nın birçok ülkesinden geçip
Karadeniz’e açılan muhteşem Tuna nehri yeşillikler içinden kıvrılıp bütün karizmasıyla
ayaklarımın altından akıp giderken karşımda,
Novi Sad’a tepeden bakan heybetli Petrovardin
Kalesi önümde duruyordu.
Bu
tepeye ilk olarak Romalılar bir kale kurmuşlar, ardından Macarlar ve takiben
Osmanlılar hakim olmuşlar. Osmanlıların 18 yy sonunda buralardan kesin olarak
ayrılması üzerine Avusturyalılar ele geçirmiş ve hemen köprünün karşı tarafına
bir garnizon kurmuşlar. Buraya tacirler ve
köylüler de yerleşmeye başlayınca, ticaretin de gelişmesiyle, günümüz Novi Sad şehrinin
ilk temelleri atılmış. Neyse biz gelelim tekrar Petrovardin Kalesi’ne.
Belgrad yazımı okuyanlar hatırlayacaktır, Belgrad Kalesi içinde türbesi bulunan
Damat Ali Paşa işte bu kalenin fethi için girişilen savaşta 1716 yılında şehit
olmuş. Bu kaleye çıkabilmek için köprüyü geçtikten sonra, eski ama sevimli tarihi
evlerin arasından geçerek, yeşillikler içinde 15 dakikalık bir yürüyüş ardından
kaleye vardım.
Dış kale surlarından içeri ilerlerken gördüğüm manzara tek
kelimeyle harikaydı. Son derece iyi korunmuş, temiz, sessiz ve yeşillikler içinde
tarihi bir yapı. Sevgilisini kapan Sırp gençler muhteşem Tuna manzarasına karşı
keyif yapıyorlardı. Terden sırılsıklam olmuş bir vaziyette önce kalenin tarihi
saat kulesine ulaşıp, kalabalık gençler ve turist grupları arasında uygun bir
pozisyon kovalayarak harika manzaranın fotoğraflarını çektim, ardından da
şehrin en keyifli manzarasına sahip restaurant-cafelerinden (Kale resturant
olsa gerek:-)) birine attım kapağı.
Saç
sakal karışmış ve terden sırılsıklam olmuş biçimde boynumda asılı fotoğraf
makinesi, elimde kamera, sırtımda çanta ile gören genç garson kibarca, rezerve
olmayan arka taraflardan ama halen manzarası olan bir masayı işaret ederek “nereli
olduğumu” sordu. Her zaman olduğu gibi soranın tahmin yapmasını istediğimde
direkt “Türk müsün?” diye sorunca Belgrad’dan sonra ikinci sürprizi yaşadım,
tam isabet. Nasıl anladığını sorduğumda “saç
sakal karışık Türk veya Yunanlı’ya benziyorsun, ama hem daha irisin hem de yunanlıların
burunları daha eğri” şeklinde bir yanıt verdi!!! İsminin Janko olduğunu
öğrendiğim garsona soda ve buraların favori içeceği machiato ısmarlayarak
notlarımı derlemeye başladım (6,5 TL).
Novi Sad, Tuna’nın 1.255. km’sinde
kurulmuş. Novi Sad garnizon olarak kurulduğunda ilk ismi Racko Selo (’Sırp Köyü)
imiş. Sonradan Petrovaradinski Sanac (Petrovaradin Garnizonu) demişler. 18 yy’ın
başlarında, savaş bittiğinde büyüyen ve
zenginleşen şehrin ahalisi özgürlük talebiyle “Özgür Kraliyet Şehri” statüsünü
almak için girişimlerde bulunmuş. 80,000 Forint karşılığında İmparotoriçe Maria
Theresa’dan bu statüyü almışlar ve şehrin ismi de Sırpça olarak NOVI SAD olarak
konulmuş, tarih 1 Şubat 1748. Yakın tarihimizde Nato’nun
Yugoslavya’ya yaptığı hava bombardımanına hedef olan stratejik şehirlerden
birisi, Tuna üzerindeki 3 köprü yerle bir edilmiş. Petrovardin ise “Tuna’nın
Cebelitarık”ı olarak anılıyormuş. Kale içindeki saat kulesi Novi Sad’ın simgesi.
Eskiden, saat kulesini gören evlerden saat vergisi alırlarmış.
Yarım
saatlik dinlenme ardından rotamı önce kale içindeki müzeye, ardından tekrar
Novi Sad’a çevirmeye karar verdim.
Müzeye
100 RSD (2,5 TL) karşılığında girdim. Ufak bir yer ve belli kesimleri tadilat
nedeniyle kapalıydı. Açık olan ikinci katta, sosyal yaşamı konu alan 17,18 ve
19. yy Novi Sad evleri hakkında sergi vardı.
Çıkışta muhabbet ettiğim
görevliye Osmanlı tarihi hakkında soru sordukça ve karşılıklı paylaşımda
bulundukça ilgisini çekmiş olacağım ki bana yarım saat sonra başlayacak olan ve
bazı misafirleri özel olarak gezdireceği “Petrovardin
Kalesi’nin altındaki gizli geçitlerde yaptıracağı tura” davet etti. Şehrin
diğer kısmını henüz görmediğim ve ne kadar süreceğini kestiremediğim için bu
nazik teklifi reddettim ve daha sonra pişman oldum.
İstikamet
tekrar Novi Sad. Bu sefer Varadinski Köprüsü’nü geçince ilk sağdan ilerleyerek
önce Dunavska sokağını takip ediyorum. Dunavska Parkı’nın yeşillikleri içinde
ilerlerken kütüphane, çağdaş sanat müzesine denk geliyorum. Isıtan pazar güneşini
gören çoluğunu çocuğunu almış dışarı çıkmış. Yaş ortalamasının çok genç oluşu
dikkatimi çekti. Dunavska’dan sonra karşıma çıkan her sokak cafelerle dolu ve
çoğu trafiğe kapalı.
Bouquet Wine House’da soluklanıp gelip geçenleri seyrettim, insanlar çok renkli. Yarın sabah uçağım olmasa burada bir Cumartesi gecesi yaşamak isterdim.
Bouquet Wine House’da soluklanıp gelip geçenleri seyrettim, insanlar çok renkli. Yarın sabah uçağım olmasa burada bir Cumartesi gecesi yaşamak isterdim.
Az
ileride Trg Republike yani Cumhuriyet Meydanı. Novi Sad’ın sosyal ve kültür merkezi
sayılıyormuş. Kalabalıklar cafelerde aileleri ve sevgilileriyle güneşin tadını
çıkarıyorlardı. Bir yılbaşına burada girmek güzel olur.
Zmaj
Jovina Caddesi: Trafiğe kapalı yürüyüş ve alışveriş yolu. İstanbul’un
çeşitliliği olmasa da belli markalar var. Sokak şarkıcıları performansların
tadını cafedekiler çıkarıyordu. Dondurmacılar, mısırcılar, baloncular çocuklar
için keyif noktaları.
Saat
15:00’e geldiğinde elimdeki haritaya bakarak Novi Sad için bu kadar keşfin
yeterli olduğuna karar verdim. Akşam 17:30 treni için Belgrad’a dönüş planı
yapmıştım ama erken treni yakalarsam son gece Belgrad’ın göremediğim Novi
Belgrad tarafına zaman ayırmak istediğime karar verdim. Bu nedenle istikameti
istasyona çevirdim. Vardığımda gördüm ki ilk tren 15:30’da kalkmış ve bir
sonraki tren 17:30’da. Vakit kaybetmemek adına tren istasyonunun yanındaki
otogara giderek bilet fiyatı ve saatini öğrendim. 10 dk sonra kalkacak trenin
705 RSD (18 TL) olduğunu öğrenince tren dönüş biletini yakarak atladım otobüse.
Tren
yolculuğundan daha keyifli olan otobüs yolculuğu sırasında mimari açıdan çok
estetik köyler ve kasabalar gördüm. Karşılaştığım insan tipleri de ayrı bir
analiz konusu. Genç erkeklerin saçları kısa ve genellikle traşlılar, uzun veya
fit olduklarını söylememe gerek yok. Bayanlar ise Allah vergisi bir fizik ve
bakımlı yüzler ile aynı bizim memleketin hanımları J Ancak ellerindeki cep telefonları
konusunda oldukça bizimkilerin gerisindeler. Otobüste tanıştığım gençlerin
basket maçı seyretmeye Belgrad’a gittiklerini öğrenince peşlerine takılmayı düşündüm
ama düşününce bu seçimini bir sonraki ziyaretime bırakmanın iyi olacağına karar
verdim. Bir dahaki sefere geldiğimde, şehirler arasını araba kiralayarak
gezmeyi planlıyorum, tabi Sırpça veya İngilizce bilen birisinin eşliğinde.
Uzun
lafın kısası iyi ki görmüşüm Novi Sad’ı. Belgrad’a yolunuz düşerse uğrayın
derim.